Diriliş Nesli'nden Âsım'ın Nesli'ne Selam
Üstat Sezai Karakoç’a göre Mehmed Âkif yeniden doğuyor: “Âkif topraktan binlerce Âkif olarak fışkırdı. Âkif bugün ölmedi, bugün doğdu. Âkif bugün diriliyor.”
Büyük sanatçıların, kendileri gibi toplumda iz bırakmış sanatkârlar hakkındaki duygu ve düşünceleri önemlidir. Yaşayan mütefekkir şairimiz üstat Sezai Karakoç’un merhum “İslam Şairi” Mehmed Âkif hakkındaki fikirlerine bakalım. Büyük şairleri yüksek dağlara benzetecek olursak acaba Sezai Karakoç doruğu, Mehmed Âkif zirvesine nasıl bakmıştır? Karakoç, bazı eserlerinde şair ve yazarlardan bahsederken Âkif’den de söz eder. Bu konuda müstakil kitabı da vardır. İsmi Mehmed Âkif. İlk baskısı 1968 yılında Yağmur Yayınevi tarafından yapılan kitap, daha sonra Diriliş Yayını olarak çıktı. Eserin 18. baskısı 2015’te gerçekleştirildi. Sezai Beyin en çok sevilen ve okunan eserlerindendir.
Hakikatleri Anlatmaya Çalıştı
Birinci bölümün başlığı: “Hayatı-İnanç ve Düşünce Oluşumu-Savaşı” adını taşıyor. Karakoç, burada Âkif’in dünyaya geldiği dönemde Osmanlı Devleti’nin durumundan ve içinde bulunduğu sıkıntılardan bahsediyor. Ardından şairin yetiştiği muhitten ve ilk çalışmalarından şöyle bahsediyor: “Âkif, şiirleriyle, makaleleriyle, verdiği derslerle, çevirdiği çağdaş İslâm mütefekkirlerinin eserleriyle, aydınlara hakikatleri anlatmaya çalıştı. İslâm’dan kopmanın felâketlerini gösterdi. Sefaletimizin, maddî ve manevi tablosunu çizdi. Gittikçe resmîleşmeye yüz tutan batıcı fikirlerin yön yön tenkidini yaptı. İslâmcılar, Batıcılara göre, kendilerine biraz daha yakın gördükleri Türkçüleri anlaşmaya ve anlaşmazlıkları gidererek tek cephe olmaya davet etti.”
Vatan Meselelerine Çare Aramış
Âkif, İslâm’ın derdiyle dertlenmiş ve Müslümanların içinde bulunduğu meselelere çareler, çözümler aramış, şiir, yazı ve vaazlarında bunları dile getirmiştir. Üstat Karakoç’un satırlarına kulak verelim: “Âkif’in çıkış noktası olarak aldığı bu ışık İslâm’dır ve İslâm’ın ışığında 600 yıllık İslâm-Türk devleti çökerken, cemiyetimizin içinde bulunduğu ahlâkî, içtimaî, ruhî ve iktisadî şartlar en amansız bir gözle, âdeta bir cerrah teşhirciliğiyle ortaya serilir. Ve bir kere yara belli olunca, onun tedavi şekli gösterilir ki, bu da cemiyetin temeli olan İslâm ilkelerine sıkı sıkı sarılmak; yeni ve taze bir ruhla, İslâm’ı, çağın teknik ve maddî güçleriyle de donandıktan sonra, içimizde ve dışımızda ihya etmektir.”
Ruh Kalesi, İnanç Cephesi kuruyordu
Peşpeşe gelen felaketlere temas eden Karakoç, Balkan Savaşı ve Cihan Harbi’nin yaşandığı devirde Sıratımüstakim ve Sebilürreşad’daki şiir ve yazılarla halkı uyandırmaya çalıştığını söylüyor. Düşman askerlerinin vatan topraklarını istila ettiği bir hengâmede İstanbul’daki hizmetlerini Anadolu’ya koşarak taşıdığını belirterek şöyle diyor: “Harp öncesi yıllarda, selâtin camilerinde, Fatih ve Süleymaniye kürsülerinde, fikrin ve gerçeğin meşalesini tutuşturan Şair-Vaiz, Kastamonu’da, Sebilürreşad idarehanesinden başlayarak, cami cami, köy köy, çeşme çeşme, yol yol, yürek yürek, Ankara Millet Meclisi’ne kadar bütün Anadolu’yu ruhça geliştiriyordu. İzmir’den girip bütün Ege’yi, Anadolu’nun içlerine kadar, mukaddesatını çiğneye çiğneye, Devletin sembolü Osman ve Orhan Beylerin türbelerine iğrenç ayaklarını değdirecek kadar alçala alçala ilerleyen, İngiliz uşağı Yunan’ın karşısında, inançtan, Allah’a bağlılıktan ve ötelere inanmaktan başka varlığı olmayan, bu asırdaki ötelerin adamlarından bir Ruh Kalesi, bir İnanç Cephesi kuruyordu Âkif ve arkadaşları. Artık onlar için günlük hayat yoktu. Şahsın geçmişi, şimdiki zamanı ve geleceği önemsizdi. Son Ümmet Kütlesinin bir parçasıydılar ve onunla birlikte vardılar. Ve o yok olacaksa onlar da yok olacaktılar.”
Âkif’i Bir ‘Sembol’ Olarak Görüldü
Üstat, şairimizin iki şiiri üzerinde özellikle durur. Bunlar “İstiklâl Marşı” ve “Bülbül”dür. Tespiti ise şöyle: “Bülbül ve İstiklâl Marşı bu ölüm kalım günlerinin Safahat’a kattığı destan parçalarıdır. Ve o günün bir daha yaşanmaz macerasının kelâm anıtları.” Batıcı aydınların Âkif’i uzun zaman unutturmaya çalıştığına dikkat çeken Sezai Karakoç, bu unutuluş döneminden sonra Âkif’in yeniden hatırlandığını vurguluyor. Bilhassa ‘sağ düşünce’ olarak adlandırdığı milliyetçi muhafazakâr çevrelerin Âkif’i bir ‘sembol’ olarak gördüğünü ve sürekli gündemde tuttuğunu hatırlatan mütefekkirimiz, şöyle devam ediyor: “Demek ki Âkif, Milletin malı olmuş, Millet Ruhuna kök salmıştır. Âkif’in ruhu ve dirilmiş ve genç nesle sinmiştir, görüyoruz ve Âkif, toprağa verilirken henüz duvarlara tutuna tutuna gezen çocuklar olan bizler bugün, bu yeni Âkifler ordusu içinde O’na sesleniyor ve diyoruz ki: -Boşuna yaşamadın, boşuna savaşmadın ve boşuna ölmedin.”
Âkif’in Dünya Görüşü
Seza Karakoç, Mehmed Âkif’in hayat ve sanat karşısındaki tutumunu inceleyip ikisi arasındaki münasebetini son derece sağlam bir şekilde kurduğunu hatırlattıktan sonra şu hükmü veriyor: “Türk Edebiyatında, Âkif kadar, hayatı şiire ve şiiri hayata sokmuş şair yoktur.” Âkif’in idealini inceleyen Diriliş Nesli’nin mimarı, şu satırlarla Safahat şairinin dünya görüşünü ortaya koyuyor: “Âkif’in şiirini şöyle tablolaştırabiliriz: Şehri, insanı, sokağı, kahvesi, bütün sefaletiyle bir toplumun, şark ülkelerinin acı manzaraları ve bunu bir taraftan delip öbür taraftan geçen ve bir projektör aydınlığında gösteren bir gün ışığı, yani İslâm.” Üstat Karakoç, uzun ve mühim tahlillerde bulunduğu bu konu hakkında nihai olarak şöyle diyor: “İslâm ve realite. İşte bu iki kelime, Âkif’in bütün şiirini özetler.”
İstiklal Savaşı’nın Destanını Yazdı
Mehmed Âkif’in şiirinin zaman zaman destanlaştığını kaydeden Karakoç, bu şiirin bilhassa “Birinci Cihan Savaşı’nın ve İstiklâl Savaşı’nın destanı hâline” geldiğinin altını çizer. “İstiklal Savaşı’nın destanı yazılmamıştır.” demenin yanlış hüküm olduğunu ifade ettikten sonra şu hükmü veriyor: “Nasıl İstiklâl Harbi Cihan Harbi’nin bir devamı ve Millet hayatının bir safhasıysa, bu dönemle ilgili şiirlerini Âkif, şiirlerinin içine bir yüzüğün taşı gibi yerleştirmiştir. Bu şiirlerden yapılacak bir seçme bir Millî Destan manzarası verir.”
Mehmed Âkif’in şiirinde “idealize” ettiği “Âsım’ın Nesli” üzerinde duran üstat, “Destanlar, bir akıma gelecek zamana bakışlardır.” dedikten sonra şairin yeni yeni anlaşılacağının altını çiziyor ve şöyle diyor: “Âkif’in alkışladığı Âsım nesli, savaş içinde birdenbire olağanüstüye yükselen gününün nesliyse, sulh içinde de aynı başarı, üstünlük ve fazileti gösterecek geleceğin neslidir.”
Gençleri Açık Ödeve Çağırdı
Mehmed Âkif’in “Genç nesillere, içinde bulunulan durumu çizerek, bir yön ve yol gösterdiğini” ve “açık bir ödeve çağırdığını” söylüyor ve ekliyor: “Bir savaşta askerleri heyecanlandırmak için komutanın yaptığı bir konuşmadır Âkif’in şiiri.” Düşünürümüz, eserin ilerleyen sayfalarında şairin “Bülbül” şiiri üzerinde duruyor ve Türkiye’nin birçok yerinde Âkif’in anılmasının aslında “kendimizi anmak” olduğunu söylüyor. Bu görüşünü de şöyle açıyor: “Çünkü: büyük insanlar, kendilerini değil milletlerini yaşamışlardır. Büyük insan, Milletin cevheridir. Yumurtanın sarısı ve yoğurttaki yağın kaymakta toplanması gibi, millî cevher, büyük insanda toplanır.”
Vaaz Kürsüsünde Ateş, Cephede Mitralyöz
Sezai Karakoç, Âkif’in “O batış yılları” ve “fikir kargaşalığı” içinde “tek gerçek ve sağlam tez”i bulduğunu bunun da “İslam” olduğunu belirtiyor. İslam yani “İslam’ın Yeniden Dirilişi.” Şairin temel düşüncelerinin, aksiyonunun ve dünya görüşünün ifadesi olan şu satırlar çok önemli ve değerlidir: “Âkif, İslam’ın ve Milletimizin en çok sise battığı bir vakitte geldi. Yine de o deniz gibi günlerinde, olup biteni, en parlak gün ışığıyla görüyormuş gibi gördü. Maddi ve manevi sefaletten çarpılmış ve deforme olmuş bir topluluk içinde, günlük faydaları ve alkışları üstünde bulaşmış bir tozmuş gibi silkerek, ölüm korkusu nedir bilmeyerek, dışa ve içe karşı, İslâm idealini haykırdı. Umudunu hiç kaybetmedi. Vaaz kürsüsünde ateşti, cephede mitralyöz. İstiklâl Savaşı’nda, âdeta aç ve cephanesiz orduya onun şiiri âdeta ekmekti ve cephaneydi.”
Karakoç, şairin milletin yaşadığı faciayı, savaşları, felaketleri, toplumdaki enkazı, yıkılan ocakları, asi gençliği ve inkâr cehennemine sürüklenen aydınları anlatarak, “cemiyetin siyasi, fikrî, ahlaki, iktisadi ve içtimai tablosunu çizdi”ğini söylüyor ve şu şerhi düşüyor: “Ama umut kırmak için değil, umutlandırmak için. O yalnız tesbit etmedi, teşhis ede etti. O yalnız çözmedi, çözüm yolunu da gösterdi. Genel tablonun kara yüzünü görmedi yalnız; nerede bir ışık varsa ona bir ışık tuttu. Nerede bir kahramanlık gördüyse, bütün yüzleri oraya çevirdi.”
Ölünce Vatan Oldu
Sezai Karakoç, Âkif’in yurdundan uzakta kalışının hicranını da yazdı. Vatanına dönüşünün “âdeta ölümünü sezen sevgili yurdun, bir çekim kuvvetiyle oldu.” dedikten sonra, bu yürek yakıcı dönüşün muazzam hikâyesini şu satırlarla taçlandırıyor: “Geldi ve sevdiği toprağa gömüldü ve vatan oldu. Sağlığında nasıl Milletse, ölünce de vatan oldu. Fakat ölen Âkif toprağa düşen bir tohum gibiydi. Toprağa bir kar düştü. Sonra mevsim geçti, hava ısındı. Âkif topraktan binlerce Âkif olarak fışkırdı. Âkif bugün ölmedi, bugün doğdu. Âkif bugün diriliyor.”
Safahat Şairinin farklı dönemlerdeki misyonunu keskin hatlarla çizen Karakoç, yaşadığı devirlerdeki görevlerini şöyle sıralıyor: “Âkif, Meşrutiyet’te, bir teşrih masası gözüdür, şiddetli bir gözdür. Cihan Savaşı’nda bir destan kalbi, bir destan yüreği, bir destan dilidir. Cumhuriyet döneminde bir zihin ve beyindir. Ölümünün yaklaştığı yıllarda da, bir yandan üstünüze düşen tarihi gölgeden üşüyen, öte yandan ölümün kartalsı gölgesinin gecesine gömülen garip, sürgün, mahzun bir ruhtur.” Âkif’in hatırlanıp anılmasının yeni bir doğumu müjdelediğini kaydeden üstada göre bu diriliş çok anlamlıdır: “Toplumumuzun son elli yılık macerasında yıkımların en şiddetlisine çatan Âkif binası, bugün her zamankinden daha çok ayakta ve sağlamdır. Âkif yapısının duvarları gün geçtikçe, canlı, ağaç gövdeleri gibi toprağa kök salmakta, toprakla tek bir vücutmuş gibi kaynaşmaktadır. Topraksa biziz. Biz Türkiye Müslümanları.”
Saat Saat Doğan Âkif
Âkif’in “toplumun var veya yok olma savaşı”nı şairlikten “önde” tutan bir şahsiyet olduğunu hatırlatan Sezai Karakoç, bu fedakâr duruşa rağmen yine de “Çanakkale”, “Bülbül” gibi şiirlerinin tarihimize altın sayfalarla yazılmayı hak ettikleri”ni söylüyor. Eserin son sayfalarında Mehmed Âkif’in eserlerinden seçtiği şiirlere yer veren Sezai Karakoç’un şu satırları, Âkif’in ruh ve fikir dünyamızdaki mümtaz mevkiini en veciz şekilde gösteriyor: “Şimdi Âkif, gün gün ölen biri değil, saat saat doğan biridir. Üzerine çok yazı yazılmış olmasına rağmen, daha Safahat’ı bile, derinlemesine ve teferruatlıca incelenmiş değildir. Henüz Âkif’in şiiri bâkirdir. İçine girilmemiştir. Ama Âkif’i inceleyecek nesil mutlaka gelecektir. Onun sesini öbür seslerden ayıran farkları seçecek, ondaki hayat unsurlarını göz önüne koyacak, onun özlediği İslâm sitesini kuracak nesil gelecektir. O nesille birlikte Âkif de bütünüyle geri gelecektir.”