Dıranas Şiiri
Şiiri unuttuk. Sanattan uzaklaştık haftalardır. İçimizde öfke, gözlerimizde yaş. Yeryüzünde kötülüğün sembolü İsrail, insanlığın iyilik dünyası üstünde tepinip duruyor. Gazzelilere, küstah bir ifade ile “Yaşamanıza iki gün daha izin veriyorum.” deyip sırıtıyor. Bu suçun bedelini sadece Netanyahu değil, onu alçakça destekleyen emperyalist ülkelerin yöneticileri de verecek elbet. Gazzeli melek bebekleri kurtaramayan insanlık, kıyameti ve felaketleri hak ediyor demektir.
Ahmet Muhip Dıranas’ın
Everest Yayınları’nda basılan Şiirler’i
okuyorum. Şair, ilk sayfada eserini eşine ithaf ediyor. Masum çocukların
anıldığı bu satırlar çok kıymetli: “Münire’ye. Bir gün, laf arasında bana, ‘Bir
beşik gibi sallanır dünya, rahat uyusun diye bütün çocuklar…’ gibi bir söz
söylemiştin. O gün bu gün düşünürüm ki, insanların barışını ve evrensel sevgiyi
daha özge bir biçimde anlatmak kabil değil. Ben yaşantımı şiire, şiirimi de bu
sevgiye verdim. Sanırım, kitapta savaş sözcüğünü bulmayacaksın. Kaldı ki, esinim senden gelir. Onun için,
kitabı sevinerek, sana armağan ediyorum; sana ve bu inançla yaşayanlara,
ölenlere…8.7.1974”
Dıranas’ı bilirdim ama
Hocamız Mehmet Kaplan derste şiirini anlattıktan sonra onu daha yakından
tanıdım. “Şiir Tahlilleri” dersinde “Fahriye Abla”, “Kar”, “Evreni Sevmek ki…”
şiirlerini dinlemiştik. Hoca, “Gerçek bir şair” olarak gördüğü Dıranas’ın
şiirlerinin, üzerinde uzun uzun durulmaya değer fikir ve güzellikleri ihtiva
ettiğini söylemişti. Bir başka hocamız Muharrem Ergin de derste, şairin
“Serenad” şiirini olağanüstü bir güzellikte okumuştu: “Yeşil pencerenden bir
gül at bana,/Işıklarla dolsun kalbimin içi./Geldim işte mevsim gibi
kapına/Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ.” Basındaki ustam merhum Ergun Göze de şairi
sever ve “Olvido” şiirini odasında seslendirirdi: “Hoyrattır bu akşamüstüleri
daima./Gün saltanatıyla gitti mi bir defa/Yalnızlığımızla doldurup her yeri/Bir
renk çığlığı içinde bahçemizden,/Bir el çıkarmaya başlar bohçamızdan/Lavanta
çiçeği kokan kederleri;/Hoyrattır bu akşamüstüler daima.”
“Her Şey Uzaktadır”
şiirini okurken Gazze’deki çileli anneler ve yavruları gözümün önünden geçiyor:
“Uzaktadır her şey; gökyüzü, deniz,/Her an peşimizden koşan gölgemiz,/Özlenen limanlar,
yanan yıldızlar./Uzaktadır her şey, anneler, kızlar…/Uzaktadır her şey hep…
yalnız ölüm,/Her yerde, her an yakınımız, ölüm.”
Kış bu sene erken geldi.
Peki deprem manzaralarıyla yerle bir olan Gazze’ye yağmur ve kar ne zaman
yağacak? “Yağmur” şiirini okurken sağanak gibi şehre yağan bombaları düşünüyorum:
“Ekseri sonbahar gecelerinde/Sızarken camlardan ince bir yağmur,/Düşünürüz, her
şey yerli yerinde/Ama gözlerimiz niçin doludur?” Şair “Sonbahar”ı yazarken
Filistin’i düşünmüş müydü: “Artık solan kırlarda yaprakla örtüleceğiz,/Ağlayan
bir göz gibi gök dökecek ruhumuza/Serin gözyaşlarını bulutlardan damla damla/Ve
gönül yalnızlığın dolacak hüznüyle, sessiz.” Ve “Kar” şiiriyle içimiz titriyor,
ürperiyoruz: “Kardır yağan üstümüze geceden,/Yağmurlu, karanlık bir
düşünceden,/Ormanın uğultusuyla birlikte/Ve dörtnala dümdüz bir mavilikte/Kar
yağıyor üstümüze, inceden.”
Gazze’de, Kudüs’te
Osmanlı’dan miras kalan “Çınar”lar vardır. Şair, belki de onlardan birini
anlatıyordur: “Göklerle kucaklaşan dallarında çınarın/Yeşil bir sonsuzluk ve
sevinçleri kuşların…/Nedir bu yaslı özlem, durup dururken, sende/Gel, vatan
tutalım bu çınarın gölgesinde.” Soğuk silahlara sıcak imanlarıyla karşı koyan
Gazzeli Mücahitler, bir destan yazıyor: “Ben büyük rüzgârları severim; büyük
olsun/Aşkım da, özlemim de hepsi, her şey ve mahzun./İnsan bir yanınca Kerem
misali yanmalı,/Uykudan bile mahşer gününde uyanmalı.” Gözlerini yuman o
bebekleri unutabilir miyiz? Boynu bükük o cennet kuşları yavrular artık
önümüzde ebedî ışık: “Beyaz bir kanat üstünde saf başı,/Uyumuş ayışıklarına
karşı;/Ne güzel uykuda gülmek… uyumuş/Uykunun bilinmeyen ülkesinde,/Denizlerin,
göklerin ötesinde/Ruhu uçan bir kelebek… uyumuş.” Akdeniz’in köpüklü suyuna
hasret Gazzeli çocuklar! “Denizi Özleyen Çocuklar” da şair de bunu anlatıyor
zaten: “Büyük su’yu özleyen çocuklar, yalınayak/Koşarlar dalgaların koşuştuğu
yere.” Sonra içindeki coşkuyu, mermi gücündeki mısralarla fırlatır zalimlere:
“Ve denizde bir temiz, yıldızdı gökyüzü,/Büyük su’yu özleyen çocukların yüzü.”
Ak güvercinler, bulutların üstünde süzülürken kanat takmış bu çocuk kuşlara
bakıp özeniyorlar: “Üzerimizde bir kanat sesidir/Geceyi sararken fecir, bulutlar;/Hangi
bir diyara gider, kim bilir/Hangi iklimlerden gelir bulutlar?” Acıya isyan ederken
“Ey Gece! Kapını üstümüze kapa.” diyor ve ekliyor: “Minarelerse bu şehrin birer
kolu/Gibi gökte Rabbı işaret ederler.” Yeryüzünü paylaşan insanlar! Dünyanız
felakete doğru gidiyor. Engellemezseniz sonunuz yakın: “Kanı çekiliyor
evlerin,/Eriyip dökülüyor damlar;/Şimdi rüya görür damlarda/Soluk, uzun yüzlü
adamlar./Bir kanat yumuşaklığıyle/Göklerden indi mi akşamlar,/Sonsuzlaşan
yollara dalmış/Tasalı gözler olur camlar;/Bekler camların arkasında/Soluk, uzun
yüzlü adamlar.” Ve “Bayrak”ta şehitlerin destanını yazıyor şairimiz: “İnsan
doğunca bir defa/Andırır kırılacak dalı;/Ölecektin nasıl olsa,/Öldün, alnından
vurulu./Ne toprağa gömülmektir,/Ne ruhun uçması tenden!/Ölüm, ölüm
gülerekten/Bir bayrak altında ölmektir.”