Dinlerin toplumsal karşılı(ksızlı)ğı
Din üzerine konuşmaların diline baktığımızda şu manzara ile karşılaşmaktayız. Namaz kılmayanın ve zekat vermeyenin hali, başörtüsünün önemi, faizden uzaklaşmayı içeren dini söylemler acaba tüm muhataplar göz önüne alındığında nasıl karşılık bulmaktadır? Dinin bu mikro ya da tikel unsurlarına gelinceye kadar, dinlerin uğradığı imaj kaybı sebebiyle toplumsal karşılık sorunu oluşmadı mı?
Böyle bir soruyu sormamın temel sebepleri var kuşkusuz? Genelde din mensuplarının özelde müslümanların dini ve dini değerleri hoyratça istismar etmeleri sebebiyle dinlerin referans olma gücünden kaybettiğini düşünüyorum. Dolayısıyla sözgelimi namaza, zekata, faize ve başörtüsüne gelmeden dine yönelik bir toplumsal karşılık sorunu zihinlerde oluşmuş gibi geliyor. Sanki bu tikel tartışmalar boşlukta sallanıyor gibi bir durum söz konusu. Burada sadece İslam üzerinden analiz yapmakla birlikte, dünya dinlerinin de benzer serencamı yaşadığını öncelikle belirtmeliyim.
Dinlerin günümüzde toplumsal karşılıklarının birkaç açıdan zafiyet taşıdığını söyleyebiliriz. Öncelikle özelde müslümanların islamı temsil problemlerinin toplumsal karşılıkları boşa çıkardığını ve güvensizliği beslediğini görmekteyiz. Makro düzeyde müslüman toplumların hayat tarzları, iş yapma biçimleri, dünya ve insan ile kurdukları irtibatlar son derece sağlıksız görünmektedir. Bu durumu sadece Batı’nın dünyanın geri kalanlarını sömürmesi sonucu Müslüman toplumların fakirliği ile açıklayamayız. Hatta tam tersine Müslüman ülkelerden zengin olanları da kendi zenginliklerini yönetme konusunda ciddi problemler yaşamaktadırlar. Bugün Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan’a bakınız.
Maalesef Ortadoğu’da Müslüman toplumlar hak, adalet, insan hakları vb. açıdan ciddi zafiyet içindedirler. Yine üniversite, sosyal bilimler, bilim vb. açıdan Müslüman toplumlar üretici konumuna henüz gelememişlerdir. Tüm bu negativiteler Müslümanlar zaviyesinden islamın sağlıklı temsilinin sorunlu olduğunu bize göstermektedir. İslamın kurumsal ve kurumsal olmayan söylemleri ve pratikleri arasındaki tutarsızlıklar, bir takım eleştiriler getirmekte ve eleştiriler” bunlar müslümanların yanlışlarıdır” noktasından bizzat İslam’ın kendisine doğru yönelmektedir.
İkinci önemli nokta, şu anda içinde bulunduğumuz dönemin post-truth yani bir “hakikat ötesi” bağlamında belirsizliklere doğru evrilmesidir. Belirsizliğin birkaç anlamı var. İlkin, insan ve toplumun inşa edileceği sabiteleri olan bir düzlemin ortadan kaybolmasıdır. Postmodern söylemle ifade edecek olursak “ne olsa gider” mantığı giderek hakim olmaktadır. Öyle ki süreksizlik, gelip geçicilik, merkezsizlik bu yaşam biçiminin anahtar kavramlarıdır. Bu durum ortodoksisi olan ve sabiteler etrafında dünyayı inşa etme çabasındaki islami söylemleri ciddi zorlamaktadır.
Özellikle genç nesilde hem gelip geçicilik ve süreksizlik daha belirgindir hem de genç neslin yetiştiği ortamın bileşenleri düşünüldüğünde, geleneksel söylemin burada yeşeren soru(n)lara cevap verememesi gayet doğaldır. Ancak gerek kurumsal gerekse sivil dini söylem ve pratikler, içinde yaşadığımız dönemin bilgi ve zihin dünyası ile bunların ortaya koyduğu sorunları karşılayacak bir cevaptan yoksun görünmektedirler.
Müslümanlar söylemleriyle hakikati ispat ettiklerinden emin bir şekilde insanlara dinin emirlerinden bahsediyorlar. Ancak post-truth hakikat ötesini vurguluyor ve sabitelere meydan okuyor. Gençler ve insanlarda dikkat ederseniz bu trend yükseliyor. Dolayısıyla müslümanlar ilkin kendi deneyimleri konusunda insanların zihinlerinde varolan kuşkuların hesabını vermeli. İkincisi de, İslam’ın insanlık ve dünya için ne gibi bir sahici karşılığı olduğunu en baştan anlatmalıdır.