Dinimizde insan hayatının önemi- 2
İslam âlimleri; “makasıdü’ş-şaria”yı yani dinin gayesini;
canı, malı, ırzı, aklı, dini ve nesli korumak, şeklinde tarif etmişlerdir.
Fıkıh bilginleri yani İslam hukukçuları da, İslam’ın korumayı amaçladığı bu
insanî menfaat ve maslahatları insanın en temel hakları olarak
değerlendirmişlerdir. Bu haklardan biri olan canı korumanın yani yaşama
hakkının ise, dinimizde apayrı bir yeri vardır.
Yüce dinimiz İslam, haksız yere bir insanı
öldürmeyi bütün insanları öldürmek gibi kabul etmiştir. Yine nasum bir insanı
yaşatmayı da bütün insanları yaşatmakla bir tutmuştur. Âyet-i kerimede
buyuruldu ki: “Kim, katil olmayan ve yeryüzünde fesat çıkarmayan bir kişiyi
öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir kişinin
hayatını kurtarırsa sanki bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur.”
(Mâide 32) Bu âyet-i kerime ile yaşama hakkının ihlali olan öldürme, en büyük
günahlardan sayılmış ve bir insanın yaşamasına vesile olmak da o derece
kıymetli ve erdemli bir davranış olarak görülmüştür. Çünkü insan “eşref-i
mahlükat” yani yaratılmışların en şereflisidir. Âyet-i kerimede buyuruldu
ki:
“Ve Sonra onu tamamlayıp
şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir. Ve sizin için kulaklar, gözler,
kalpler yaratmıştır. Ne kadar az şükrediyorsunuz!” (Secde 9)Bu ayet-i kerimede ise, insanın yaratılışındaki özün, Allahü Teâlâdan geldiğine
işaret edilmiştir. Bu da insanın İlahî yaratma fiilinin çok kıymetli bir eseri
olduğunu ve her türlü saygıyı hakkettiğini ifade etmektedir. Ahzab sure-i
celilesinin 72. âyet-i kerimesinde ise, daha açık ifadelerle dağların,
taşların, ırmakların, canlıların korku ve dehşet içinde kalarak yüklenmekten kaçındığı
emanetin insan tarafından kabul edildiği vurgulanır.
İslam hukukunda yaşama hakkı en kutsal
haklardan biri olarak kabul edilmiş ve bu hakkın titizlikle korunması için her
türlü tedbir alınmıştır. Bu bağlamda tıpkı insan öldürmek gibi kürtaj, ötanazi
ve intihar benzeri yaşama hakkının ihlali olan bütün fiiller haram sayılmış ve yasaklanmıştır.
Bunun için iman sahibi olan kişi; hiçbir zaman
etkisinde kaldığı dünyevî bir hâdisenin zorluğuna tahammül edemeyip insanı
öldürme gibi büyük bir günahı işlemeye teşebbüs edemez, etmemelidir. Çünkü
dünya fâni, sıkıntılar geçicidir. Bu hakikat; “Allah'ın verdiği canı O’ndan
başka kimse alamaz,” şeklinde bütün müslümanların beynine kazınmıştır.
İslam hukukuna göre masum bir insanı kasten
öldürmenin cezası kısas olarak öldürülmektir. Âyet-i kerimede buyuruldu ki:
“Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında kısas size farz kılındı…” (Bakara
178)
Bir insanı öldürmek yasak olduğu gibi onun
vücut bütünlüğüne zarar vermek de yasaktır. Âyet-i kerimede buyuruldu ki: “Tevrat’ta
İsrâiloğulları’na; cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş...
Yaralamalarda da kısas vardır. Kim kısası bağışlarsa bu kendisi için bir
kefâret olur. Ve her kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zâlimlerin
ta kendileridir, diye yazdık..” (Maide 45)
Yüce dinimiz İslam, yaşama hakkının en fazla
ihlal edildiği savaşlarda dahi insan hayatına çok büyük önem vermiştir. Bilindiği
gibi cahilî toplumlar tarafından yapılan savaşlarda kanunlar ve ahlakî kurallar
tümüyle devre dışı kaldığı için çok çok büyük zulümler yaşanır. Yüce dinimiz
İslam’da ise, bu ihlallerin önüne geçmek için savaş hukuku çerçevesinde kanun
ve kurallar belirlenmiştir. Buna göre savaşlarda ya da savaş dışı durumlarda asla
soykırım yapılamaz. Fiilen savaşa girmeyen kadınlar, çocuklar ve din adamları
öldürülemez. Aynı şekilde hayvanlara ve bitkilere zarar verilemez.
Efendimiz aleyhisselam; kendisine her
türlü zulüm ve kötülüğü yapmış, hicrete mecbur etmiş Mekkelilere şefkatle
davrandı. Halbuki isteseydi, o zâlim müşrikleri kılıçtan geçirebilirdi. Ama O, onlara:
“Kim Kâbe’ye sığınırsa emniyettedir. Kim Ebu Süfyan’ın evine sığınırsa
emniyettedir. Kim evinin kapısını kilitler ve kendi evinde oturursa
emniyettedir, ona dokunulmayacaktır, o güven içindedir…” şeklinde haber
gönderdi ve böylecekan dökmeden Mekke’yi fethetti…
(Devamı haftaya…)