Dini tecrübe
“Dini tecrübe” önemli bir boyutuyla öznel tecrübeye dayanmakla birlikte bugün hakkında konuşulması anlamlı kılan farklı bileşenleriyle bir içerik kazanmaktadır. Fakat neticede insanın dini deneyimlemesi sonucu zihin ve duygu yoğunluğu ile kişide bir iz bırakmakta ve hatta gelecek hayatındaki yönelimlerini belirlemede etkin olmaktadır.
İlkin dini tecrübe dindarlık ölçümlerinde bir yere sahiptir. Söz gelimi; Glock dindarlığı beş boyutlu olarak düşünmektedir. Bunlar; inanç (ideolojik), ibadet (ayinsel), tecrübe, bilgi ve etki boyutlarıdır. Dolayısıyla bugün birçok dindarlık ile ilgili araştırmalarda kullanılan Glock’un bu tasnifi çerçevesinde insanın dine dair deneyimleri dikkate alınmaktadır. Nitekim kişinin ibadet ederken duygusal olarak hissettikleri, gündelik hayatının farklı noktalarında Tanrı’yı tecrübe etmesi vb. tüm dinlerin müminleri için geçerli bir durumdur.
İkincisi, bugün öznel tecrübe hayatın tüm alanlarında özel bir önem ve yaygınlık kazanmıştır. Postmodernlik ile birlikte öznelliğin sınırlarına çekilen gerçeklik, ister istemez tüm dünyayı bireyden başlayan tecrübe alanına dönüştürmüştür. Özelde bu konjonktür dini tecrübeyi dinin diğer boyutlarından daha fazla öne çıkaran bir işlev görmektedir. Küresel bir dünyada tüketim toplumunun işlemesi, öncelikle bireylerin hazzı, dünyayı, yaşamayı yeni bir tecrübenin konusu kılması ile mümkündür. Dikkat edilirse bugünlerde birçok insan geçmişteki “yaşanmamışlık”larına pişmanlık ile öznel tecrübeye doğru adım atmaktadırlar. Dolayısıyla daha öncesinde varolan “kolektif” ve “dayanışmacı” yaşamlar, öznel tecrübeyi ikinci bahar gibi içeriklendirmektedirler. Diğer yandan daha önceki dindarlık anlayışlarının öznel tecrübeyi “heva”nın istikrarsızlaştırıcı etkilerinin kaygısıyla daha anonim bir yaşamı öne çıkardıklarını bilmekteyiz.
Dini tecrübenin öne çıkarılmasının iki örneğine daha değinmek faydalı olacaktır. Bunlar İranlı düşünürler Abdülkerim Süruş ile M. Müctehid Şebusteri’dir. Şebusteri’ye göre yeni kelam anlayışında odak noktasına dini tecrübe alınmalıdır. Bunun anlamı; artık bir yandan Tanrı meselesi diğer yandan bilgi ve amel de insanın dini tecrübesi çerçevesinde şekillenecektir. Hatta büyük oranda dinde yeni merkezin dini tecrübe olduğu açık ve örtük biçimlerde ifade edilmektedir. Abdülkerim Süruş ise, vahyi nebevi rüyaların bir yorumu olarak görmesiyle birlikte, vahyi de nebevi bir tecrübe ve yorum olarak okumaktadır. Burada gerek Şebusteri gerekse Süruş’un bu yaklaşımlarını, İran’daki teoloji-politik ile ilintisini kurmadan anlamak mümkün değildir. İran rejiminin katı politikaları karşısında, Süruş ve Şebusteri’nin yaklaşımlarını günümüzde dine yeni bir menfez açma girişimi olarak da okumalıdır. Bu arada Şebusteri’nin dokuz yıl Almanya’da hermenötik üzerine çalışmasını da buraya eklemeliyiz.
“Dini tecrübe”nin normalde başta Tanrı olmak üzere dinin farklı biçimlerde öznel deneyimlenmesi olarak tüm insanlık tarihi boyunca bir karşılığının olduğunu söyleyebiliriz. Fakat bugün dini tecrübenin, postmodern öznellik ile toplumlarda insanların özgürlüklerine karşı oluşturulan baskı bileşenlerinin kavşağında özel bir anlam kazandığını görmekteyiz. Dolayısıyla dini tecrübe bir anlamda özelde dinsel özgürlüğün sembolü haline gelmiş bulunmaktadır.
Fakat dini tecrübenin yine de son kertede öznel bir tecrübe olması dolayısıyla dinde nesnellik ifade etmesi mümkün değildir. Dolayısıyla dini tecrübe herkes için geçerli kesin bir veri değildir. Burada dini tecrübenin enfüsteki bir çıpa olarak dinin nesnel boyutlarıyla buluşturulması, hem kişide daha deruni bir zenginlik yaratacak hem de gerçeklikten kopuşunu önleyecektir.