Dini kurumların en önemli görevi nedir?
Rusya’da üniversiteler ve kilise Ukrayna savaşına destek amaçlı açıklamada bulunmuşlar. Geçen yazımda üniversiteler ile ilgili düşüncelerimi paylaştım. Bu hafta dini kurumlar çerçevesinde bir değerlendirmeyi sizlerle paylaşacağım.
Önceki yıllarda da Rusya’daki Kilisenin durumu dikkatimi çekmişti. Şöyle ki “Ortodoks Dünyası bölünmenin eşiğinde” şeklinde haberler basında yer almıştı (22 Eylül 2018 tarihli Gazeteler). Fener Rum Patrikhanesi’nden Metropolit İlarion yaptığı açıklamada “Moskova Patrikhanesi hala devletle güçlü bir bağımlılık halinde çalışmakta” ifadesine yer verdi…
Hristiyan bir mezhep olan Ortodoks’luk içerisinde yaşanan bu tartışmalara çokta girmeden “devletle bağımlılık” konusuna dikkat çektiğim “Dini Kurumların özerkliği…” başlıklı bir yazı yazmıştım. (bk. 27 Eylül 2018 tarihli Milat Gazetesi;https://www.milatgazetesi.com/yazarlar/8203820382038203820382038203dini-179282/). Bu tartışmalar 2022’de Rusya’nın Ukrayna’yı işgale yönelik bir savaş başlatması ile tekrar alevlendi.
Savaş
Bu savaş Ortodoks kiliseleri arasında da bir ayrışmaya (savaşa) neden oldu: “Rus Ortodoks Kilisesi Patriği Kirill Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline destek vererek kutsadı. Rusya’da Ortodoks kilisesine bağlı yaklaşık 300 din adamı, “Barış için Rus Rahipler” adı altında ortak bir bildir kaleme aldılar.” (bk. https://tr.euronews.com/2022/03/14/putin-i-destekleyen-rus-patrigin-ukrayna-isgalini-hacl-seferi-olarak-gormesi-ortodokslar-b). Rusya dışındaki Ortodoks inancına sahip olanlar ise aynı olaya farklı bakmaktalar: Ortodoksların bir kısmı bu savaşın “kutsal” olduğunu söylerken diğer tarafta “kardeş kanının dökülmesine” bir an önce son verilmesini dile getirmekte. Gelişmeler farklı ülkelerdeki Ortodoks olup Moskova Patrikhanesi’ne bağlı olanların kopması ile sonuçlanacak.
Bu gelişmeleri sanki bilimsel bir deney gibi gözlemlediğimizde önemli sonuçları olduğunu tespit etmemiz mümkün. Tarihe laboratuvar gözlemi gibi objektif baktığımızda dinlerde yaşanan tarihteki ayrışmalarda siyasi karşıtlıkların önemli etken olduğunu görmek mümkün.
İslam Dünyasına bu gözle baktığınızda günümüzdeki ayrışmalar daha iyi anlaşılabilir. Osmanlı Devleti’nde de din hizmetleri devlet kontrolünde yürütülmeye çalışılmıştır. Bu gelenek daha sonraları da sürdürülmüştür.
Tarihi misyon
“…3 Mayıs 1920 tarihinde oluşturulan hükümette, Osmanlı dönemindeki Şeyhülislamlık ve Evkaf Nezaretinin hizmetlerini deruhte etmek üzere ‘Şer’iye ve Evkaf Vekâleti’ adı altında bir bakanlık yer almış ve 3 Mart 1924’te Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluncaya kadar ülkede din hizmetlerini yürütmüştür.”
Bu bakanlığın kaldırılması “…Din hizmetlerinin politikanın dışında ve üstünde tutulması gerektiği düşüncesinden hareketle kaldırılan…” ifadesi ile açıklanmaktadır… Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (DİB) görevleri yasalara atıf yapılarak özetle şu şekilde izah edilmiş: 1982 Anayasasında, “laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak… özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.” hükmü ile Başkanlığın görevlerini yerine getirirken uyması gereken kıstasları belirlemiş, Başkanlığa tarihi bir misyon yüklemiştir.” (Bk. DİB sitesi).
Bu başarılmış mıdır?
Entegrasyon
Dini hizmetler bir kamu (Devlet diye de okuyabilirsiniz) olarak düşünülüyor. Nitekim DİB’nın açıklamalarında şu ifadeler var: “Türkiye’de din hizmetleri geçmişten günümüze hep bir ‘kamu hizmeti’ olarak görüle gelmiştir.” Kanaatimce bu durum olumlu ve olumsuz yönleri ile tartışılmalıdır.
Tarihe bu gözle bakıldığında “Uyarlanmış din” diye bir durumun varlığını gözlemek mümkün (Ör. Rus Ortodoks Kilisesinin savaşı desteklemesi).Uyarlamak (adapte etmek, entegrasyon) birbirine herhangi bir bakımdan uyar duruma getirmek (dini devlete) anlamındadır.
Çözüm olarak, dini kurumların devlet tarafından denetlenen (veya tersi) fakat özerk bir yapıda var olması karşılıklı entegrasyondan daha güvenli olabilir.
Son söz: Özerk olmayanı başkası biçimlendirir.