Dolar (USD)
35.15
Euro (EUR)
36.74
Gram Altın
2964.90
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
14 Aralık 2022

Dini Düşüncede Köksüzlük

Batı modernitesinin doğuşu ile birlikte, tüm dünyada ciddi kırılmalar yaşanmaya başlamıştır. İlkin, kendisini gelenekle bir tezat konsepti içerisine oturtan modernlik ciddi bir gelenek eleştirisi yaptı. Aydınlanma düşünürleri kilise başta olmak üzere birçok geleneksel kurumu ve geleneksel düşünceyi eleştirdi.

Batı modernitesinin Batı dışı toplumlara aktarılması sonrasında, bu toplumlarda gelenek ile modern arasında gerilimler yaşanmaya başlandı. Bir yandan bilindik bir kültürü tanımlayan ve uzun tarihi süreçte kodlarıyla insanları belirleyen gelenek, diğer yanda yeni dünyanın gereklilikleri en başta zihni gerilim olmak üzere pratik sonuçlarda da ikircikli davranış tarzlarını birlikte getirmiştir.

Modernliğin yarattığı kırılma, bugün gelinen noktada sorunların tamamen geleneksel mentalite içerisinden halledilmesini imkansız haline getirmiştir. Bir başka deyişle, sadece sosyolojik değişim açısından değil geleneğin mentalitesi ve müktesebatı açısından da bu imkansız görünmektedir. Bu sebeple bugünün sorunları için bu mentaliteyi sunulmayanlar başarılı olacaklarmış gibi görünmemektedir.

Fakat bu durum geleneği tamamen devre dışı bırakan bir tavrı gerektirmez. Geleneğin burada üç önemli fonksiyonu olduğunu söyleyebiliriz. Birincisi, İslam düşüncesinin köklerine işaret etmesi açısından gereklidir. İkincisi, başından itibaren islam düşüncesinin farklı kırılma zamanlarında bugüne gelinceye kadar nasıl aşamalardan geçtiği ve sorunlarını nasıl çözdüğünün takip edilmesi. Üçüncüsü de, bu tarihsel süreç içerisinde bakıye bıraktığı paradigma, sabite ve temel kavramlarının korunması.

Bugün İslam düşüncesi üzerine yapılan tartışmalarda tam da bu nokta atlanmaktadır. Belki de bu sebeple İslam düşüncesinin içinde “geleneksel” ve “modern” şeklinde iyi ayrı kategori görünür oldu. Aslında bu kategorik bakışın her birinin gerçekliğin sadece bir boyutunu görmekte ısrar ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Gelenekselciler biraz da korumacı ve güvenlikçi bir yaklaşımla hareket etmekte, hatta kimi zaman muhafazakarlaşmaya kadar gitmektedirler. Modernistler ise, çağdaş sorunlara odaklanırken birkaç yüzyıldan daha geriye gidemedikleri için bir konumlanma sorunu yaşamaktadırlar.

Türkiye’de 1980 sonrası dışa daha açık modernleşme politikaları ile de bağlantılı olarak ciddi bir gelenek eleştirisi başladı. Söz gelimi; en başta Süleyman çelebi’nin “mevlid” metni ve bunun okunması bir sorunsal haline geldi. Hatta İslam’a yer açmak üzere tüm hataların faturası geleneğe kesilirken, din fundamentalist ve ruhsuz bir nitelikle tebellür etmeye başladı. Bugün gelinen noktada birkaç türlü bir köksüzlük ile karşı karşıya bulunmaktayız.

Birincisi, özellikle gençlerde daha çok gözlemlediğim husus; bugünü tamamen veri kabul ederek İslam’ın bu konudaki kesin değişimini önermektedirler. Dini literatürden tamamen habersiz bu dil, çözüm halletme konusunda son kertede dinin hedefleri, araçları ve kavramlarından habersiz görünmektedirler. Buradaki en temel problem, günümüzde yaşananların kesin doğrular olarak kabul edilmesidir. Halbuki bir sorunu çağdaş dünyada çözmeye çalışmak ile bugünü tamamen veri kabul etmek arasında büyük bir fark vardır.

İkincisi, geleneksel müktesebattan ve dini kültürden uzaklaşma öncelikle dilin kaybedilmesini sonuçlamıştır. Halbuki dil, insanın evrende kendisini sağlam biçimde kurmasının temelidir. Bırakın beşyüz yıl öncesini, elli yıl öncesinin dilini bile anlamayan bir nesil ortaya çıkmıştır.

Üçüncüsü ise, din ve gelenekselden alınan mesafe, geniş bir kültür dünyasının zayıflamasını sonuçlamıştır. Din sadece ibadetler, ritüellerden ibaret değildir, insanın varoşlunu sağlıklı gerçekleştireceği sosyal ağlar, ilişkiler ve bu konuda üretilen kültür demektir. Bugün müzikten sanata, komşuluktan gündelik ilişkilere kadar yaşanan kayıplara bakılırsa, kayıpların neler olduğu da anlaşılacaktır.