Dini anlatımlar
İnsan çok yönlü bir varlıktır; akli melekeleri kadar duygusal ve sezgisel unsurları da onu tamamlarlar. Kur’an-ı Kerim’in hitabına baktığımız zaman, insanın tüm bu yetilerine farklı açılardan seslendiğini rahatlıkla görebiliriz.
Post/modern zamanlarda görebildiğim en önemli hata, insanın sadece bir boyutunun sanki insanın tamamı o imiş gibi öne çıkarılması ve diğer boyutlarının kaybedilmesidir. Bunun en tipik göstergesi Aydınlanma felsefesi ve sonrasıdır. Aydınlanma bilindiği üzere insanın yegane yetisi olarak aklı öne çıkarmıştı. Aklın insan ait çok önemli bir yeti olduğuna itirazımız yok. Fakat dikkat edilirse Aydınlanma’ya itirazlarla birlikte duyu ve sezgiye vurgu yapan filozoflar ve düşünce adamları tarihteki yerini almıştı. Nitekim Aydınlanma aklı ve bireyine en önemli itirazın romantiklerden geldiğini unutmayalım.
Bu denge hali insan yaşamının her halinde özellikle din anlatımlarında da gözetilmesi gereken bir nokta hüviyetini taşımaktadır. Sadece tek boyutlu ortaya konulan dini anlatımların ve söylemlerin, mutlaka eksik bıraktıkları hususlar bulunmaktadır. Tam da bu noktada üç farklı dini anlatım türüne dikkat çekerek analizlerde bulunmaya çalışacağım.
Birincisi, mistik dini anlatım. İçerisinde bol bol hikayelerin yer aldığı ve “din gizemdir” tezini muhafaza eden bu anlatım dini söylemi mitolojik unsurlara boğmakta ve en nihayetinde dinleyenin elinde “uçtu kaçtı” hikayelerinden başka bir bakıye kalmamaktadır. Bu tür anlatımların yer aldığı televizyon programları, birçok insan nezdinde itibar görmektedir. Bu dini anlatımların yer aldığı kitaplar ise, tarih boyunca anlatılan hikayelere boğulmuşlardır.
İkincisi ise, duyguların doz olarak yoğunlaştırıldığı dini anlatımlardır. Büyük oranda hamasete boğulmuş, nihayetinde heyecan üreten ancak bakıye olarak kişide bir bilgi ve perspektif bırakmayan bir anlatım tarzıdır. Birinci ve ikinci anlatım tarzları, nihai olarak kişide hiçbir yükümlülük duygusu bırakmaz. Ancak “ne derin hoca” diye sıklıkla duyduğumuz bir algı üretmektedir.
Üçüncü bir anlatım türü de, tüm tarihsel dini birikimlere adeta kazma kürekle dalarak, tüm tarihi ve müktesebatı geçersizleştiren ve ıskartaya çıkaran dini anlatımlardır. Bunlar özellikle gençlerin Batı’ya yenilmişlik psikozu karşısında kendilerini iyi hissetmelerini sağladığı için de tutulmaktadır bazı kimselerce. Halbuki bu anlatımın özneleri, bir müddet sonra kendilerini inşa edecek bir tarih ve merbutiyet noktasının ellerinde kalmadığını farkedince uyanacaklardır.
İçinde yaşadığımız dünya hızla değişen ve yeni formlarıyla hızla gündem oluşturan niteliğe sahip. Böyle bir dünyada içerisinde akıl, duygu, sezgi ve bilgi unsurlarının dengeli bir şekilde yer aldığı anlatımlara müracaat etmenin gerekliliği ortadadır. Bugün Batı ve tüm dünya ile karşılaşabilecek, yüzleşebilecek, bilgi üretebilecek ve somut veriler üzerinden tartışmalar yapabilecek bir dini söylem ve anlatımın zarureti ortadadır.
Dikkat ederseniz, salt mistik ve duygusal din anlatımı, nihai kertede bir bilgi bakıyesi bırakmadığı ve kişiye yükümlülük yüklemediği için kolaylıkla insanları kandırmanın manivelası haline gelebilmektedir. Dinin büyük oranda “afyon” olma özelliği buradan kaynaklanmaktadır. Halbuki din, aynı zamanda insanın dünya ile nasıl irtibat kurması gerektiğine dair kişide bir düşünce, perspektif ve bilgi üretir.
Elbette duygu ve sezgi insani bir boyut olarak akıl ve bilginin yanına eklenmelidir ve bir motivasyon olarak gereklidir. Fakat durmadan insanlara mistisizm ve duygusallık yedirirseniz, ayağa kalkacak mecali de bir müddet sonra bulamayacaktır.