Dine Fransız sosyologlar
Geçen hafta içinde Açıköğretim Fakültesi'nde okutulan Aile Sosyolojisi ders kitabında sosyolog Birsen Gökçe'nin, Kayınpeder ve gelin evliliğine dair yazdıkları tartışma konusu oldu. Tabii böyle bir durum, aslı itibarıyla birebir bu yazılanların ötesinde Türkiye'deki sosyologların bu topluma ne derece değdikleri gibi daha önemli bir problemi deşifre etmektedir. Bu bağlamda sosyologların iki temel zaafiyetle malul olduklarını söyleyebiliriz. Birincisi; genelde dine özelde İslam'a karşı tutum alışları. İkincisi de; Batı(lılaşma)'yı Türkiye'ye tercüme ederek sosyoloji yaptıklarını zannetmeleri. Dolayısıyla ortaya koydukları ürünlerin Türkiye'ye değme sorunu. Bu durum, aslında diğer bilimlerden daha fazla sosyoloji için traji-komik durmaktadır.
Türkiye'de kurumsallaşmış biçimiyle sosyoloji, Batı orijinli bir bilim dalıdır. Bizde de başlangıcından itibaren, sosyoloji üzerinden karşıt bir din gibi yaşam biçimi üretilmesi sonucu ortaya çıkmıştır. Bunun bir sonucu olarak, İslam'a karşıt bir hakikat üretiminin de manivelası haline getirilmiştir. Yakın zamana gelinceye kadar sosyologlar da, İslam'dan olabildiğince habersiz bir biçimde yetişmişlerdir. Onların yabancı dil bilenleri, Batı'da yapılan çalışmaları, sorunları, tartışmaları Türkiye'ye taşımışlar; ancak bu tercüme sosyoloji faaliyeti (kastettiğimiz şey, oradaki sosyoloji literatürünü Türkçe'ye çevirme işlemi değildir. Oradaki soru(n) ve tartışmaların Türkiye'de nereye tekabül ettiğini gözetmeden yapılan bir entelliktir.) bu topraklarda hep havada kalmıştır. Birsen Gökçe'nin, hem de bir ders kitabına yazdığı bilgilerin bu toplumda ne derece tekabüliyeti olduğunu test etmemesi sosyologların ne denli topluma Fransız kaldığını gösteren önemli bir donedir. Benzer bir çok analizleri, özellikle dindarlık konusundaki analizlerde de görmekteyiz. Namlı sosyologların burada kalıp yargılar üzerinden yaptığı analizlerin oturduğu hiçbir zemin yoktur.
Fakat esas sorunun, İslam ve sosyoloji arasındaki ilişkilerde ortaya çıktığını görmek lazımdır. sosyolojik çalışmalarda sosyoloji dilinin içine yedirilmiş ve "bilimsellik" kılıfı altına sokulmuş bir karşıt İslam tutumu ile İslam'dan bihaberlik Türkiye'deki sosyoloji çalışmalarına damgasını vurmuş birinci karakteristiktir. Bir ülkede (Bu, hangi ülke olursa olsun farketmez) kültürün çok önemli bir kısmını din oluşturur; ben diyeyim % 60, siz de hiç korkmadan % 80 diyin. Bir kere sosyologlarımız İslam'dan bihaber. Şimdi bu sosyologların tutup da bu ülkede sağlıklı bir sosyolojik analiz yapmalarını bekleyebilir miyiz? Tabii ki hayır. Üstelik İslam'ı bilmenin önemini bile henüz kavrayabilmiş değiller; Ama bu ülkenin sorunlarını halledebilecekleri iddiasındalar. Hiç kimse kusura bakmasın; çok traji-komik. Sosyoloji bölümlerinde İbn Haldun okutulmuyor bile; hatta bir çokları adını bile anmıyorlar. Fransızlık buradan başlıyor zaten.
Batı dünyası sosyolojiyi ortaya çıkarırken, kilise ile ciddi bir mücadele verdi. Ama Batı'daki sosyologların bu tür bir Fransızlıkları yok. Adam belki dine inanmayabilir; ama işini yapmak için dinini de bilir. Bizim ülkemizde araştırma yapmak isteyen kimi sosyologlar, araştırma konusu tarikat, cemaatlerin içinde yaşıyorlar; sırf olguyu anlayabilmek için. Biz de kaç tane sosyolog Kur'an'ı okumuştur? Ya da bir hadis külliyatını bitirmiş midir? Halbuki, Sünnetin içinde varolan dinsel kodlar, kültürel olarak yaşam pratiklerinde aktarılıyor. Hadisleri bilmezseniz, bunları da çözümleyemezsiniz.
Şerif Mardin, 10 Ekim 2011 tarihli Taraf Gazetesi'nde Neşe Düzel'e verdiği röportajda "Bilen birisi bana şunu söyledi; Siz, Cuma günleri camilerde hayır toplama sandığının içine bakarsanız, şaşarsınız dedi" ifadesini kullanabiliyor. Merak ediyorum; Şerif Mardin, bu toplumun dini hayatı üzerine ingilizce makaleler yazarken, kaç kere camilerde gözlem yapmıştır? Ya da diğer sosyologlar? Bir iki tane din kitabı okuyanlar da, İslam üzerine ahkam kesmeye başlıyorlar. Bence haddini bilmek lazım.
O, birçoklarının beğenmediği Osmanlı kültüründe insanlar kapsamlı bir şekilde yetişiyorlardı. Şair Baki'nin en önemli arzularından birisinin Şeyhu'l-İslamlık olduğunu biliyoruz. Bu sebeple mevcut duruma göre Birsen Gökçe'nin yazdıklarını çok fazla yadırgamamak lazım. Çünkü onlardan çok var. Bir zamanlar Hüseyin Hatemi'nin Türkiye aydınlarının dini bilgi düzeylerinin düşük olmasını telafi edecek bir önerisi vardı. Biz de bu öneriyi sosyologlar için tekrarlayalım: "Türkiye aydınına (sosyologlarına M.T) ilkokul düzeyinde Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi vermek lazımdır."