Dinde nefsin yeri
Dinin yegâne amacı; insana nefsini tanıtmaktır. Nefs, Yüce Allah’ın istediği kalıplarda yaşayabilmesi için terbiye edilmelidir.
Tasavvuf ve bunun yaşayan hali olan tarikatlar sadece nefs
terbiyesiyle meşgul olurlar. Çünkü varlık amaçları budur.
“Ashabım yıldızlar
gibidir, hangisine tabi olursanız doğru yolu bulmuş olursunuz” Hadisi
Şerifi en çok bilinen hadislerden biridir. Tarikat mensupları arasında çok daha
iyi bilinen bir hadistir.
Bugünkü tarikatlar ve cemaatlerin neredeyse tamamı sadece
kendilerinin Hak, diğerlerinin Batıl olduğunu savunurlar.
En büyük rekabet tarikatlar ve cemaatler arasındadır.
Peygamberin bu Hadisine göre binlerce sahabeden birini seçebilir ve yolunuza
devam edebilirsiniz. Peygamberin bu öğüdünü, acaba her tarikat şeyhi, cemaat
lideri bir diğeri için yapabiliyor mu? Yani bana gelseniz de olur, diğerlerine
gitseniz de olur diyor mu? Kendilerini Hak, diğerlerini Batıl gösterirken hangi
itikadi bozukluğu delil olarak gösteriyorlar, hangi ibadet esasını hatalı
görüyorlar? Mensupları hangi delillere dayanarak hiç bilmedikleri, hiç
tanımadıkları insanlar hakkında Batıl yorumunu yapıyorlar? En büyük
birleştirici olduğuna inandıkları dinlerini uygulamaya gelince niçin en ayırt
edici, bölücü davranıyorlar.
Akıl; sadece iman edene kadar değil iman ettikten sonra da
her lazım olduğunda değil her an lazım olan bir yüce nimettir. Kişi aklını
kaybettiği an dinini de kaybeder. Aklını kaybedenin dini sorumluluğu olduğunu
iddia eden hiç kimse yoktur. Yani akıl yoksa din de yoktur. Akıl kullanmamak ya
da birine devretmek dinini de kaybetmektir.
Akletmeyi küfür ile birlikte açıklayanlar hiç de az
değildir. Elbette bizim kast ettiğimiz Yüce Allah’ın razı olduğu, O’nun rıza
dairesinde kullanılan akıldır. Aklını kullanmayı küfür sayanlar, akıl
ayetlerine bizzat küfredenler değil midir?
Aklınızı kullanmadığınız zaman nefsiniz devreye girmekte ve
nefsin en büyük özelliği olan her şeyi kendi isteği dairesine çeken bir yapıya
dönüştürmektedir(Nefsini tanrı edinmek).
Din âlimlerinin toplumun bir adım önünde bulunması demek;
toplumun inançlarını ne kadar akıl, bilgi dairesinde ne kadar nefs dairesinde
değerlendirildiğini görmek ve en ufak bir bozulmaya meydan vermemek için
sürekli nefsi terbiye eder sistemleri devreye sokmaktır.
Bir dine inanmayanların en büyük özelliği, dinin ilkel bir
duygu, aklı örten bir bilgi, insanı dar kalıplara sokan bir araç olarak
görmeleridir.
İnançsız insanların, ortaya koyduğu binalar ve eşyalar
dışında hiçbir insani değer, eser olarak insanlık tarihine geçmemiştir.
Geçmemiştir çünkü hayatı sadece bu dünyadan ibaret
saydıkları dünyayı en iyi yaşayabilmekle uğraşmaktan başka, akıllarına bir şey
gelmemiştir. Beş dakika sonra ölecek olan bir insan, nasıl son dakikalarını
nelerle geçireceğinden başka bir şey düşünemezse ne kadar yaşayacağını
kestiremeyen insanlar da var güçleriyle akıllarını, duygularını ben merkezli
bir yaşamaya ayırırlar. Gelecek, onların olmayacağına göre niçin gelecekle
ilgili fedakârlık yapsınlar.
Hâlbuki insanlar ancak en güzel gelecek planlamalarıyla
yaşayabilir, huzur bulabilir.
Asıl beklentileri âhiret olan insanlar, her türlü fedakârlıkta bulunarak
aklını, duygularını hiç baskı altında hissetmeden kullanarak büyük işlere el
atabilirler.