Dolar (USD)
32.49
Euro (EUR)
34.80
Gram Altın
2433.31
BIST 100
9716.95
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

15 Aralık 2021

Dindarlık nedir?

Bazen “filan kişi çok dindar” diye söylenir. Bazen “evlenmek için dindar bir kişi arıyor” cümlesi kurulur. Bazen namazlarını sıkı bir şekilde kılan insanları tanımlamak için kullanılmaktadır. Bugünlerde ise dindarlık ile onun içerimindeki örtüşme ve çelişkiler konuşulduğu gibi “dindar”lığın negatif yansımaları tartışılmaktadır. Peki o zaman dindarlık nedir?

Yıllar önce katıldığım bir sempozyumda dindarlığı kısaca şöyle tanımlamıştım: “dindarlık dinin insan hayatına nüfuz derecesidir.” Bu tanım her şeyden önce bütün insanların dindar olduklarını içerir. Fakat burada “dindarlık” kavramını tekemmül etmiş, üst düzeyde bir “olmuşluk” halini ifade etmez. İnsanlar farklı amel etme biçimleri ve yoğunlukları çerçevesinde dindarlık bakımından sınanabilirler. Aslında Mircea Eliade’ın “Kutsal ve Dindışı” isimli eserinde insanın dünya ile ilişkisinde bir şekilde kutsallık ürettiğinden bahisle, profan bir insanın olmayacağını savunmaktadır. Hatta dindarlığı sadece kurumsal dinler için değil, yeni dini hareketler, dinimsi yapılara bağlılık çerçevesinde profan dindarlıklar şeklinde de düşünebiliriz. Dolayısıyla dindar olmayan bir insan yoktur.

Fakat burada cevaplanması gereken en önemli soru dinin ne olduğudur. Meselâ; “ben dindar eş istiyorum” ya da “ben dindar komşu istiyorum” şeklinde cümle kuranlar, büyük oranda din adına belirtilen klasik ibadetleri yerine getiren, dinin emirleri çerçevesinde hareket eden profilleri kastediyordur. Büyük oranda etrafta gözlemlediğim dindarlık talepleri ve profilleri buna yönelik görünmektedir. Fakat son dönemlerde mevcut dindarlık profillerinin özellikle ahlaki, kamusal hak ve insanlararası ilişkiler alanındaki eksiklikleri daha çok tartışma konusu olmaktadır.

Bu bağlamda dinin kapsama alanını tespit etmekte fayda vardır. Çok kaba bir biçimde dindarlığın şu üç tür ilişkideki yükümlülükleri tanımladığı belirtilmelidir. Birincisi, Tanrı-insan ilişkisi, ikincisi, insan-insan ilişkisi ve üçüncüsü, insan-çevre (tabiat) ilişkisi. Aslında müslümanlar çoğunlukla dindarlık tanımlarında Tanrı-insan ilişkilerindeki yükümlülükleri genel bir çerçeve olarak almaktadırlar. Böyle olunca Tanrı-insan ilişkisi, dindarlığın en geniş yegane sınırı olarak belirmektedir. Namaz, oruç, hac, zekat gibi farzlar kadar birçok haramlar buna örnektirler.

Aslında müslüman toplumların çoğu zaman dindarlık bağlamında insan-insan ve insan-tabiat ilişkileridir. Burada birebir insanlar arasında hakkın korunması kadar kamu hakları öne çıkar. Meselâ; işçilerin haklarının ödenmesi, gelir dağılımının düzenlenmesi birkaç örnektir. Öte yandan bir öğretmenin dersini hakkıyla anlatmaması, ticaret erbabının üretim ve ticarette hileye başvurması, Çekilen kesin zamanında ödenmemesi, inşaatın malzeme ve işçiliğinden eksiltme gibi gündelik hayatın içinden örneklerini çoğaltabileceğimiz insan hakları ihlalleri sayılabilir. Açıkçası dindarlığın önemli boyutlarından birisi budur. İslami söylemlere göre, Allah kendine karşı yükümlülüklerdeki eksiklikleri affedebilir ancak kul hakkına giren kısmı asla affetmez.

Müslüman toplumlarda neredeyse hiç dikkat edilmeyen insan-tabiat ilişkisidir maalesef. Halbuki kaynağı Allah olan insan ve tabiatın birbiriyle uyumlu biçimde akış içinde olması gerekmektedir. Bu sebeple dindarlık açısından insan-tabiat ilişkilerinde bir farkındalık ve bilinç uyandırılması gerekmektedir.

Öte yandan dindarlığın sadece dini metinleri okumak üzerinden beslenmesi gibi bir algı da söz konusudur. Bu çerçeveden bakıldığında dini metinler okumak dindarlığın parçası olarak görülürken, söz gelimi sosyal bilimler alanında çalışmak profan bir faaliyet olarak tanımlanmaktadır. Halbuki bu ayrıştırma her şeyden önce İslam’ın mentalitesi ve kapsayıcılığı açısından terstir ve müslümanların bilim alanında da çalışmaya olan ihtiyaçları açıktır. Din şayet hayatsa, dindarlığın içerimi de insana hayat sunmalıdır.