Dolar (USD)
35.20
Euro (EUR)
36.69
Gram Altın
2955.31
BIST 100
9626.56
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
01 Eylül 2021

Dindarların hayal kırıklıkları

Son dönemlerde bazı dini ilkelerden uzaklaşanlar, dine yönelik eleştiri getirenler vb. sayısında fazlalaşmalar görülmeye başlandı. Hatta dindar denilen kesimlerde geçmiş hayatlarından pişmanlıkla bunu telafi etmek üzere yeni bir hayat tarzına doğru dönüşler de ciddi biçimde gözlemlenmektedir.

Peki fenomeni doğru tanımlamak adına ne oldu da bu tür değişimler görülmeye başlandı? Acaba Batı’da erken modernleşme dönemlerinde kabul edildiği şekliyle dinin primitif ilişki tarzlarına karşılık geldiği; dolayısıyla “dini aşmak” gerektiği mi anlaşıldı? Acaba geçmişte din diye yaşanan hayatın aslında büyük bir cehaletten ibaret olduğu mu düşünülmektedir? Din acaba dünya ile sağlıklı irtibat konusunda, dünya ile başa çıkabilme konusunda yetersiz mi kalmıştır? Bu sorular hiç şüphesiz artırılabilir.

Tabii ki tüm bu tavırlarda dine yaklaşım ve algılama biçimleri büyük önem taşımaktadır. Din, her şeyde önce insanın kendisi ve dünya ile irtibat kurmasını sağlayan bir çerçevedir. İnsanlığın kadim zamanlarından bu yana “kendini bil” sözünün evrene doğru genişletilmiş işlevini bir anlam dünyası inşa etmeye doğru götürmektedir din. Tam da bu sebeple dini insani potansiyelleri sağlıklı bir şekilde geliştirebilme ve anlam dünyası kurma bağlamında düşünmek gerekir.

Genel anlamda insan özelde dindarlardan bir kısmı dini bir kurallar manzumesi ve bu bağlamda insanı kısıtlayan ögeler olarak okumaktadırlar. Dolayısıyla dini ve dindarlığı insan(lığ)ı mahrumiyete uğratan bir öge olarak görme eğilimindedirler. Diğer yandan modernitenin insan için özgürlük vaadlerinin dünyada insanın tanımı ve çerçevesine dair ciddi değişimler önerdiğini burada hatırlamak gerekir. Fakat bu vaadlerin dünyayı aşamadığı ve ölümden sonraki hayat karşısında cevapsız kaldığı hep atlanmaktadır. Tam da bu noktada Kur’an’ın “Onlar gelip geçici olanı (=dünya) severler ve zor olanı (ahireti) ertelerler” (76/İnsan, 27) hatırlayabiliriz. Modern kelimesinin “hemen ve şimdi” gibi anlamlarından yola çıkarak, hayatın buradan ibaret görülmesi ve ölümden sonrasının paranteze alınması söz konusu olmaktadır.

Burada sorunun iki boyutuna daha değineceğiz. İlkin, dindar denilen kesimin yakın zamana kadar din üzerinden dünya ile kurduğu temas ve okuma biçimi, Türkiye’nin küreselleşme sürecine dahil olmadan önceki sınıfsallık, toplumsallık ve konjonktürelliği ile yakından bağlantılıydı. Doğrusu o zamanki dindar söylemleri ve dünyaya dair üretilen cevaplar belirli oranda bir karşılığa sahipti. Ancak özellikle 2000 sonrasında küreselleşme çerçevesinde değişen sınıfsallık, toplumsallık ve ilişkilere yetebilecek bir dini söylem geliştirilemedi. Hatta dindarlık söylemleri giderek gerçeklikten ve insanların gerçek sorunlarından koptu.

İkincisi, Habermas’ın tabiriyle giderek toplumda ekonomi dilinin belirleyici olması birçok insan gibi dindar denilen kesimleri de belirli hayat tarzlarının önüne getirip bırakmıştır. İçinde yaşadığımız dünyada kimliklerin daha çok sahiplikler, belirli yaşam tarzları ve trendlerle belirlendiği bir çağda “dindar kalmak” bir anlamda mahrumiyetler dünyasında yaşamak demeye gelmektedir. Başta gençler olmak üzere insanlar daha öncesinden farklılaşarak “yaşamak istemekte”dirler.

Kelimenin tam postmodern içerimleriyle “yaşamak” üzere geçmişin söylemleri bir “esatir” olarak görülürken, bugün yaşanan hayal kırıklıkları, başarısızlıklar ve mahrumiyetlerin yegane sebebini din olarak tanımlayanlar da geçmişi reddi miras ederken, din de negatiflenmektedir.

Herkes başarılı ve zengin olduğunu düşündüğü batılılar gibi yaşamak istiyor. Geçmişte

Bunu eleştiren dindar denilen kesimler ise gerçekleştiremedikleri hayalleri için geçmişlerinin boşa geçtiğini düşünüyorlar. Bu sebepten olsa gerek sosyal medyada insanlara hayatlarını dinle heba etmemelerini öğütleyenler var.

Söyleyeceğim tek şey; daha hiçbir şey belli değil.