Din yaşam tarzıdır
İnsanlar dini kendi hayatına
eklemlenen ve gerektiğinde hayatının içine alacağı bir unsur olarak düşünme
eğilimindedirler. Halbuki din, öncelikle insana, evrene ve eşyaya bakıştaki bir
perspektifi öncelikle tanımladığından dolayı daha merkezi bir konumu vardır.
Bir başka deyişle, tutturulan yaşam tarzı zaten bir dini tanımladığından dolayı
dini hayatın dışına çıkarma ihtimali pek yoktur.
Esasen insanın dinden
vazgeçememesinin en temel sebebi ontolojik olup iki öncüle müstenit olarak
düşünebiliriz. Birincisi, insan kendi başına yetersiz, güçsüz bir varlıktır.
İkincisi ise, insan özü itibarıyla dünyaya ait olmayıp, ölümle birlikte dünyayı
terk etmekte ve başka bir dünyaya gitmektedir. Bu bağlamda aşkın boyutları olan
bir varlıktır. Bu da onun dinden vazgeçmesini imkansız kılmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’e baktığımız zaman,
din kavramının birçok anlamını bulmak mümkünse de, hepsini topladığımızda
“dinin bir yaşam tarzı olduğu” etrafında dönen bir anlatımı görmekte
zorlanmayız. Bu bağlamda paganizmin her türlüsü, insanın metafizikleştirerek
kendisine bir hayat tarzı belirlediği her düşünce, hayat tarzı, pratikleri bir
din haline gelebilmektedir.
Yine post/modern zamanlarda yeni
dini hareketlerden, satanizme ve hatta seküler içerikli metafizikleştirmelere
kadar dinsel eğilimlerin insan hayatında devam ettiğini müşahede etmekteyiz. Bu
sebeple Kur’an “dosdoğru din”den bahseder. Ali Şeriati ise tarih boyunca asıl
mücadelenin dinsizlik ile din arasında değil, doğru din ile sahte din arasında
olduğunu söyler. Nitekim bir başka yazımda “Futbol: Bir Seküler Kutsal”
başlığını kullanmış ve futbolun nasıl seküler içerikli bir kutsal haline
geldiğini analiz etmiştim. Buna müzikle ilgili kimi eğilimleri de
ekleyebiliriz.
Bu minvalde ateizmi de benzer
şekilde değerlendirebiliriz. Kanaatimizce ateizm bir boyutuyla din bir başka
boyutuyla değildir. Ateizmin temel özelliği Tanrı’yı negatiflemesidir. Tanrı’yı
yok saymak, , nihayetinde eşyaya ve evrene bir perspektifi imlendiği için din
olarak düşünülebilir. Öte yandan ateizm, başlı başına bir yaşam tarzı önermeyip
kendi içerisinde yaşam tarzı açısından çeşitlenebilir.
Yazılarını heyecanla ve dikkatle
okuduğum Ege Cansen, geçen yazılarından birisini “yaşam tarzın, dinindir”
şeklindeki bir son cümle ile bitirmiş. İktisat ve din arasındaki ilişkileri ele
aldığı yazısında özellikle Max Weber’in teorisini analiz etmiş. Weber’in tezi
kapitalizmin gelişiminde Protestan ahlakını öncelemekte, nihayetinde püriten
bir ahlak üzerinden kapitalizmin ortaya çıktığını savunmaktadır. Doğrusu
Cansen’in dinin iktisat meselesinde önemli olduğunu diğer iktisatçı
teorisyenleri analizinde de görmekteyiz.
Anlaşılmalıdır ki, insan hayatında
din inceden inceye işlemekte, kişiye dünyaya karşı bir tavır alış
gerçekleştirmesini sağlamaktadır. İçinde yaşadığımız post/modern çağda da din
esasen başat bir tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Bireyselleşme ve
öznelleşme çok keskin ve yoğun bir biçimde artıyor olsa da, insanların yeni
dindarlık biçimleri geliştirmesi de diğer yandan mümkün olmaktadır.
Din-insan ilişkisinde Kur’an-ı Kerim
bağlamında iki noktaya dikkat çekebiliriz. Birincisi, Tanrı insanı
özgürleştirmek istemektedir. Dinin en baştaki temel fonksiyonu budur. İkincisi
de, Tanrı, insan ve eşya ile sağlıklı ilişkiler kurulmasını temin etmektir. Bu
ise insanın kendisi de dahil olmak üzere onu kuşatan her şeye hakkını vermesini
gerektirir. Tüm bunların gerçekleşmesi ise insanın bir özne olarak tarihe
girmesini zorunlu kılmaktadır.