Din ü Devlet
Henüz on yaşlarımdaydım. Memlekette bazı tekkelerde zikir yapılır, ilahiler okunurdu. Arkadaşlarla birlikte gider, o binaların dışında büyük bir huşu ile zikri dinlerdik. Tekkeye devam eden büyüklerimizi severdik, zira onlar iyi insanlardı. Hayır işleriyle uğraşır, yoksulu doyurur, fakir fukarayı kayırırdı. O zaman bir büyüğüme, “Tarikat nedir?” diye sormuştum. “Yol, demişti. Güzel yol.” O tekkelere daha sonra bazı dergâh ve medreseler de eklendi. Kimisinde sohbetler ediliyor, kimisinde Kur’an-ı Kerim dinleniyor, kimisinde de muhtelif dinî kitaplar okunuyordu. Biraz daha büyüyünce bu mekânlara aşinalığım arttı.
Kızıl alevlerin bütün milletimizi çoluk çocuğuyla sardığı o hain temmuz sıcağında dini kullanarak ortaya çıkan kötü bir yapı, Türkiye’yi cehenneme çevirmeye niyetlenmişti. Rabbim bu ihanete izin vermedi. Onlar yer ile yeksan oldu. Kaçıp gitti, derdest edilip içeri tıkıldı. Bir çok gencin kanına girildi, ailelerin ocakları yakıldı. Fitnenin başları, firar edip sahiplerinin yanına sığındı.
Aziz milletimizin kanıyla destan yazdığı ve yabancı düşmanların koruduğu yerli hainleri püstürttüğü o zafer gecesinden sonra, fırsat bekleyen bazı kötülük odakları, bir anda koro hâlinde ‘tarikat ve cemaat’ düşmanlığı yapmaya başladı. Televizyon ekranlarında bazı cahiller, “Hazret-i Muhammed zamanında tarikat mı vardı? Bütün cemaatleri ve tarikatları yok etmeli. Görmüyor musunuz FÖTÜ’yü! Başımıza ne belalar açtı.” demeye başladılar. Üstelik bu iddiada bulunan bir kişi, kendisi de dinî bir yapılanmanın başını çekmiş ve çevresine bazı safdil gençleri toplamıştı. Sapla saman özellikle karıştırılıyordu. Hâlbuki FETÖ ne tarikat, ne de cemaatti. Temiz halkımızın dinî duygularını istismar eden ve mensuplarını robotlaştıran süfli bir örgüttü. Laikliği dinsizlik olarak anlayan ve bu şekilde uygulamak isteyen bazı kesimlere gün doğmuştu. Fırsat bu fırsat, kendi hâlinde olan dindarları köşeye sıkıştıracak, böylece hükümeti zor durumda bırakacaklardı. Kirli tezgâh tutmadı ama bazıları tarikat ve cemaatler üzerinden mütedeyyin vatandaşlarımızı rahatsız etmeyi sürdürüyor. Diyanet’e düşmanlığın gerçek sebebi de esasen budur. Diyanet, eksiklikleri olsa da vazgeçilemez, önemli ve değerli bir kurumdur.
Doğrusunu söylemek gerekirse çocukluğumda gördüğüm o tarikatların saflığı, sadeliği ve ihlası da çok azalmıştı. Bazı dinî yapılar, ticarete ve siyasete iştahla saldırıyor, zenginleşmek, kadrolaşmak ve ihanet örgütünün yerini doldurmak istiyordu. Hâlbuki onların başına gelen musibetten ders almalıydılar. O güruh nerede hata etti de başlarına bu bela geldi. “Bizim devletle işimiz olmaz. Allah yolunda çalışmalı, aslî işimize bakmalıyız.” demeliydiler.
Dinî oluşumlardaki bozulma yeni değil. Rahmetli Necmettin Erbakan, 1970’li yıllarda Milli Nizam Partisi’ni, ardından Milli Selamet Partisi’ni kurunca dindar insanlarımızın bir kısmının desteğini almıştı. Buna karşılık o zaman Adalet Partisi Genel Başkanı olan Süleyman Demirel de tarikat ve cemaatlere can havliyle koştu ve onlarla işbirliği yaptı. Amaç belliydi. Halkımızın büyük ekseriyeti dindardı, milletin vereceği oylar Erbakan’a gitmemeliydi. Siyaset ile tarikat/cemaat ilişkileri giderek ilerledi. Menfaate dayalı yürüyordu. Partilerüstü olması ve sadece seçimlerde doğru partiyi destekelemesi gereken bazı cemaat ve tarikatlar, neredeyse A.P.’nin borazancıbaşılığına soyunmuştu. Bu yanlış ve çarpık ilişki, sonunda FETÖ’yü doğurdu. 60 yıllık kara tezgâh ortaya çıktı.
Şimdi arınma, temizlenme ve doğru yola girme zamanıdır. Bütün partiler, tarikat ve cemaatlerden ellerini çekmeli. Bu yapılar da aslî işlerine, yani temiz, ahlaklı ve dindar nesiller yetiştirme işine yönelmelidir. Devlette kadrolaşmaya asla gitmemeliler. Nesiller kof yetişirse bunun cezasını hem o dinî yapılar, hem de muhafazakâr hükümetler çeker. Evli evine, köylü köyüne! Kirli bir proje olduğu âşikâr olan malum yapının benzerlerinin ortaya çıkmasını istemiyorsak herkes asıl alanına çekilmeli. Şayet bu sağlanmazsa acısını bütün toplum çeker.
Tarikatların ve cemaatlerin ruhu olan tasavvuf, Ahmed Yesevi’den, Ahi Evran’dan, Mevlâna’dan, Yunus Emre’den günümüze uzanan, Horasan erenlerinin Anadoluyu Müslümanlaştırmak için kullandığı kutlu bir yoldur, kirletilemez. Bu yapıların üzerindeki yasak kalkmalı. STK’lara dönüşüp devletin kontrolüne açık olmalı ve şeffaflaşmalılar. Aksi hâlde bundan din de zarar görür, devlet de. Yeni bir 15 Temmuz’a ve şehitler vermeye asla tahammülümüz yok.