Din tartışmaları
Dinle ilgili tuhaf tavırlar var. Bazıları neredeyse başımıza gelen bütün olumsuzlukların dinden geldiğini savunuyorlar; ancak din konuşmaktan da vazgeçmiyorlar. Din bu kadar olumsuzluk üretmişse o zaman bırak peşini gitsin; sen de işine bak. Sana zorla dini kabul et diyen yok ki.
Bu söylemlerden birisi, dinin insana kesinlikle bir özgürlük alanı sunmadığını ve dinin insan için tek öngördüğü pozisyonun itaat olduğunu savunuyor. Tabii ki böyle bir argümanın geçerliliği tartışılabilir. Eğer sizin için özgürlük hayatınızın olmazsa olmaz bir koşulu ise ve dinin de kesinlikle insanı özgürleştirmeyeceğine inanıyorsanız, yapacağınız şey tutarlılık adına dinleri tümüyle terkedip işinize bakmaktır; dinle uğraşıp durmak değil.
Söz gelimi; özgürlük benim için hayatımın olmazsa olmaz bir şartıdır. Bir insanın eylemlerinin değerinin olabilmesi irade ve özgürlüğünün olmasına bağlıdır. Ben dinin kılavuzluğunun (hüden) insanın kendi tabiatıyla uyum içerisinde özgürleştireceğine inanıyorum. İslam’ın pagan kültüre itirazının her türlü ilahlaştırmalara karşı duruşla, insanı bağımlılıklardan kurtaracağını kabul ediyorum. Hiç kimseye islami argümanları kabul ettirme gibi bir yükümlülüğüm olduğunu düşünmüyorum. İnanmayan inanmaz; ancak özgürlük konusunda seviyeli argümentatif bir tartışma yapılacaksa bundan da kaçmam.
Fakat postmodern küreselliğin dünya ölçeğinde oluşturmaya çalıştığı “itaat” sistemini özgürlük bağlamında nedense bu arkadaşlar tartışmaya açmıyorlar. İnsan ruhunu ziyadesiyle inciten ve Baudrillard’ın deyişiyle şantajla ilerleyen bu küresel sistem, postmodern aforoz yöntemiyle hareket ediyor. Kimilerinin din insanları “kul” yapıyor dediklerinin alası küresel sistemle adım adım geliyor.
Yine geçenlerde sosyal medyada rastladım ki, dinin münafıklık ürettiğini beyan ediyor. Fakat bunu olgusal anlamda bu sözü beyan eden arkadaş doğrulayabilir mi? Dine, Tanrı’ya ve dindarlara kızmış olabilirsiniz; ancak aklın ve olguların dışında bu kadar sallamak da neyin nesi? Bir kere bir problemi bir kategorinin tamamını içine alacak şekilde genelleştirmenin yanlışlığı, bizim sosyal bilimler yönteminde öğrenciye öğrettiğimiz ilk bilgidir.
Bir yazıyı yazdığınız ve yayınladığınız andan itibaren “kamusal” kılmışsınızdır. Artık o yazılara gelebilecek her türlü (sövgü ve hakaret değil) eleştiriyi karşılamak gibi yükümlülüğünüz oluşur. Bu mentalite ile yazdığım yazılara yapılan eleştirileri hüsnü kabul ile karşılıyorum. Ancak bu eleştirilerin kahir ekseriyeti yazdığım şeylerle pek ilintisi yok.
Geçen yazılarımdan birisinde “Tanrı’ya ayar çekmenin bir hadsizlik olduğunu” söyleyerek yazıyı bitiriyorum. Bir yorum bütün din ve Tanrı anlayışlarının ideolojik olduğunu ve hepsinin yek diğerini egemenliği altına almaya çalıştığını söylüyor. Dinlerin hepsi ve bu arada Tanrı anlayışları ideolojikse, bu durumu doğru bulmuyorsan, sana tavsiyem dinin peşini bırak gitsin.
Akl-ı selim ile hareket etmenin zarureti ortadadır. Birkaç yüzyıldır dinin insan hayatından tamamen çekileceği beklentisi vardı. Öyle ki insan artık hem kendi kaderine hem de her şeye egemen olabilecekti. Fakat gelişen olaylar bunun böyle olmadığını gösterdi. Tam tersine din ve dinimsi yapılar birden patladı. Din insan hayatının en temel gerçekliğidir. Ortada hiçbir din kalmazsa, insan bir tanrı ve din yaratarak bu ihtiyacını temin eder. Bugün mitik unsurların, postmodern dinselliğin ve yeni dini hareketlerin patlama yaptığına iyi dikkat ederseniz, dinin hiçbir yere gitmediğini daha net görürsünüz.