DİN SOSYOLOGLARI: TÜKETMEYELİM
Post/Modern yaşam tarzı ve zihniyeti toplumlarda ciddi bir kırılma meydana getirmiştir. Bu zihniyet, her şeyden önce Tanrı yerine insanı ikame etmesi sebebiyle, "iyi" ve "kötü"nün ölçüsünü değiştirdiği gibi, insanın içinde bulunduğu zaman, mekan ile ölümden sonrasına bakışı da dönüştürmüştür.
İnsanın Tanrı'nın yerine ikamesi, Modern ve Postmodern süreçlerde ortak karakteristik olmakla birlikte, bunların görünürlükleri ve tezahürleri farklılaşabilmektedir. Bu bağlamda, seküler bir tutum alışın farklı boyutlarda ve ölçeklerde yeni dönemin belirleyici bir etkeni olduğunda hiç kuşku yoktur.
Modern zamanlara geçişin aslında geç bir evresinde Marx, açığa çıkan kitlesel emek gücü ve kapitalizm sürecine odaklanırken, insanın dünyada bulunuşunun temel saiklerinin dönüşümüne paralel olarak "üretim" ilişkilerinin değişen doğasına dikkat çekmekteydi. Tam da bu noktada Post/Modern dönemin giderek kendi içerisinde rafine yöntemler kazanan üretim-tüketim ve toplum ilişkilerine bakmak bir zorunluluk arz etmektedir.
İçinde bulunduğumuz zaman dilimi, tüketimi bireysel ve toplumsal kimliğin dönüşümlerinde belirleyici bir öge haline getirirken, insan hayatının merkezine de tüketim ölçütlerinin yerleşmesini sonuçlamıştır. Öyle ki, bugün tüketimin temel ihtiyaçlardan boş vaktin değerlendirilmesi, hatta din algısına kadar ihatalı bir belirleyiciliği olduğunu görmek gerekir. Bugün toplumların ilerlemişliğinin temel kriteri "tüketim" ile ölçülmektedir ve bu ölçü olabildiğince ideolojiktir.
"Tüketim" kelimesinin bile bizzat ideolojik bir yönseme taşıdığı ve aslında klasik dinsel algılayış açısından bir problematiğe dönüşeceğini söyleyebiliriz. Nitekim aslı itibarıyla "istihlak (yani yok etmek)" anlamını taşıyan tüketimin, İslam'ın temel hayat felsefesi ile kesin bir probleminin olacağı baştan bellidir.
İşte tam da böyle bir probleme parmak basmak üzere Türkiye'nin farklı İlahiyat Fakülteleri'nden Din Sosyolojisi hocaları 10.sunu düzenledikleri Din Sosyolojisi toplantısı için Samsun'da bir araya geldiler. 29-30 Ağustos tarihlerinde toplanan din sosyologlarının açılış toplantısında Diyanet İşleri Başkanlığı Strateji Geliştirme Daire Başkanı Dr. Necdet Subaşı, medyada da çokça yer alan Türkiye'de Dini Hayat araştırmasının verilerini paylaştı. Bu araştırmanın Din Sosyologlarına ulaştırılacağını belirten Subaşı, değerlendirme ve kritiklerde bulundu. Gelecek zamanlarda spekülasyondan uzak bir şekilde bu araştırmayı inşallah bu köşede de değerlendireceğim.
Sonra Tüketim ve Din konusunda tebliğler sunulup müzakereler yapıldı. Bu tebliğ ve müzakerelerin ana problem noktası, ülkemizde yayılan tüketim çılgınlığının meydana getirdiği toplumsal sorunlar, bunalımlar ve insan ilişkileri oldu. Özellikle İslam'ın ve onun nezdinde bir örneklik olan Hz. Peygamber'in (SAV) sade ve yalın hayat tarzının, bu yozlaşma ve bunalımlar karşısında bir menfez oluşturacağına dikkat çekildi.
Ben de bu toplantıda postmodern tüketim kültürü üzerine bazı analizlerde bulundum. Özellikle modern üretim ve tüketim tarzından farklı olarak postmodern tüketim tarzının "ben" üzerine sondajlama yapan ve onu tanrılaştıran niteliğine; bunun gündelik hayatta kişiyi sürekli tüketime sevk eden bir faktör olduğuna dikkat çektim. Ayrıca 1980'lerden itibaren özellikle Türkiye'de kendisini gösteren dışa açık modernleşme politikalarına eşlik eden muhafazakar orta ve alt sınıfların yükselişinin nasıl İslami pratikler ürettiği üzerinde durdum. Gelecekte mümkün evrilmeler ve yönelim noktalarına işaret ettim.
Din Sosyolojisi İlahiyat Fakülteleri'nin içerisinde nispeten yeni bir alan. Geçen sene kredisi azaltılmaya çalışılan derslerden birisi. Ancak bugün Müslüman dünyanın, tüketimden dünyevileşmeye, demokrasiden, insan hak ve hürriyetlerine, küreselleşmeden kamusal alana kadar bir dizi tartışmanın İslam ile ilintileri içerisinde tartışılabileceği ve İlahiyat alanına bu bağlamda katkı sağlayabilecek en önemli alanlardan birisi. Din sosyologlarının şu anda yoğun bir şekilde yaşadığı tüketim sorununu bu sene ele alması, oldukça sevindiricidir.
Tam da yeri gelmişken şöyle bir gerçekten bahsetmeliyiz. Ülkemizde sayısı oldukça fazla sosyoloji bölümleri var. Onlar da bu meseleleri ele alıyorlar ama tek bir farkla dini ve İslam'ı bilmeden; seküler bir zaviyeden. Ortaya konulan çözümler de sağlıklı olmuyor; çünkü bu toprak ve kültürden uzak tercüme çözümler meydana geliyor. Şunu iddialı olarak söylemek lazım gelir ki; "bu ülkede İslam'ı bilmeden hiçbir şey yapılamaz. Çünkü İslam, bazılarının anladığı gibi bir din kurumu denilip bitirilecek bir şey değildir. Hayatın ve kültürün din akıntılarındaki en belirleyici ögedir. Bu durum Din sosyologlarına daha fazla sorumluluk yüklüyor ve söyleyeceklerine dikkat çekilmeyi sağlıyor.
Bu toplantıda din sosyologları şu mesajı verdiler: Tüketmeyin; insanı değerli kılan şey tükettiği emtia değil; ürettiği değerlerdir.