Din siyaset ilişkisi
Ülkede ne zaman din siyaset ilişkisi gündeme gelse konunun tarafları hemen teyakkuza geçerler. İslami kesimler alınacak politik kararlarda dinin hükümlerinin gözetilmesinin Müslüman bir toplumun üzerine vacip olduğu kanaati ile bu tartışmadaki yerlerini alırlar.
Laik ve seküler kesimler ise dinin emirlerinin cevabı günübirlik değişmek zorunda olan politik tartışmalara malzeme edilmesinin hem dine hem de devlete zarar verdiğini iddia eder, buna dair dünya üzerinde misal bulmakta da pek zorluk çekmezler.
Aslında her iki tarafta haksız değildir. Kötü niyetli olanları hariç tutarsak her iki tarafın inananları da kendi açılarından haklılardır.
Peki, sorun nereden kaynaklanmaktadır? Her iki tarafında “inanan” olmasından. Diğer bir ifade ile konunun tarihi, felsefi ve sosyolojik boyutlarını dikkate almadan “modern” bir tartışmanın içerisinde kendimizi buluvermiş olmamızdan. Üstelik kendi toplumsal gelişmemizin ürünü olmayan bir sorunu Batılı ideolojilerin eşliğinde tartışıyor olmamızdan.
Merhum Baykan Sezer’i burada da zikretmeden geçemeyeceğim. Batı’nın kendi bünyesinin peydahladığı sorunları bilerek evrenselleştirmesi, sonra da reçete olarak ideolojilerini evrenselleştirmek suretiyle dünyayı sömürüsüne amade hale getirmesi kurnazlığına, halen daha akıl sır erdiremiyor olmamızdan.
Oysa Batı “din” denildiği zaman Hıristiyanlık tecrübesinden hareket eder. Keza yine tarihi deneyimleri de kendi coğrafyası ile sınırlıdır. Kilise – Devlet çatışması yani bu iki tüzel kişiliğin hâkimiyet mücadelesi sadece Batı’ya dair bir yaşanmışlıktır. Hal böyle iken mesela laiklik ideolojisinin evrensel bir hakikatmiş gibi dayatılması sadece Batının çıkarları ile örtüşebilecek bir özel durumdur.
Bu konuda atlanmaması gereken diğer önemli bir husus da Burjuva konusudur. Burjuva Batı’da yaşanan büyük değişikliklerde motor vazifesi gören bir sınıftır. Feodal dönemde (ki feodalite de evrensel değildir, hatta o kadar değildir ki Roma İmparatorluğu kavimler göçü ile ikiye bölününce sadece Batı’da çıkmış Doğu Roma’da yani Bizans’ta dahi görülmemiştir) şehirlerde oluşan ticaret burjuvazisi mal satmak isterken yolunun üzerinde uğradığı her şatonun beyi burjuvadan gümrük vergisi istemiştir. Bu da haliyle bu sınıfın çıkarları için dayanılmaz bir hal alınca burjuva siyasal ve ulusal birliği savunmuş ve bölgeden bölgeye değişen pazar şartlarını düzeltmek istemiştir.
İşte siyasal birliği sağlayan ulus-devlet ve ülke çapında geçerli olacak hukuk ve yargı birliği. Ayak bağı olan Kiliseye karşı da laiklik formülü... Oysa o kilise ortaçağ boyunca Batılı toplumları yeni Roma için ayakta kalmalarını sağlayan en önemli aktör olarak üzerine düşeni yapmıştı.
Her neyse, konumuza tekrar dönecek olursak bugün bize ideoloji olarak yansıyan çözümlerin hangisi olursa olsun( laiklik, ulusçuluk, sosyalizm) hepsi Avrupa’nın tarihi ve toplumsal şartlarının doğurduğu kendi sorunlarına bulmuş olduğu mahalli çözümlerdir.
Bu bağlamda üzerinde durmadan geçmememiz gereken diğer bir konu da Batı’da yaşanan endüstri devrimidir. Müslümanlar üzerinde eziklik hatta aşağılık kompleksine sebep olan ve kendi değerleri ile arasına giren soğukluğun müsebbibi olan bu husus asla Batı’nın üstünlüğü ile oluşmamış Batı-dışı toplumların ahlaksızca ve zalimce sömürülmesi neticesi olmuştur.
Yine Baykan Sezer’in ifadesi ile endüstri devrimi hiçte öyle zannedildiği gibi masum bir vakıa değildir. Batı-dışı halkların zenginliklerinin gemilerle Avrupa’ya taşınması neticesi vücut bulmuştur.
Böylece “ticaret” burjuvası, olmuştur “sanayi” burjuvazisi. Bu arada bilim adamları kendilerine ne sipariş verilmişse o ihtiyaca binaen makine/teknoloji projeleri üzerinde çalışmalarını yürütmüştür.
Kısacası demek istemem odur ki toplumların farklı olmaları rastlantısal olmadığı gibi müessese, ilke ve kuralları da bu farklılığın tezahürüdür. Birinin kendi sorunlarına bulduğu çare o yaşanmışlığın hâsılası olup diğer toplumlar için aynı neticeyi vermesini beklemek aklen ve mantıken dahi mümkün değildir.
Din-siyaset ilişkileri de bu çerçeveden ayrı tutulmasının hiçbir gerekçesi olamaz.
Kaldı ki sorunsuz toplum olmayı beklemek o toplumun ölü olması ile mümkün hale gelecektir ancak. Mühim olan sorunsuz toplum olmak değil zuhur edecek o sorunları kendi tarihi gelişme çizgisi doğrultusunda çözümler üretebilmek maharetindedir.