Dolar (USD)
35.19
Euro (EUR)
36.60
Gram Altın
2967.47
BIST 100
9925.81
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Din nerede duruyor?

Erken sekülerleşme teorileri, insanın keşfettiği alanlar arttıkça “din”e ihtiyaç kalmayacağını ve nihayetinde dinin devrini tamamlayacağını belirtti; ancak işler bu öngörülere göre gerçekleşmedi. Çünkü modern akıl çok önemli şeyler üretmekle birlikte bir yerde tıkandı; varoluş ve anlam sorunu.

Aslında bu tıkanma, kendisini geçen yüzyılda I. dünya savaşıyla birlikte daha net göstermeye başlamıştı. Sartre ile bunalımın derinleşmeye başladığını anlamıştık. Heidegger’in ölümlü bir varlık olarak insan üzerine odaklanışı varoluşa dair bunalımları faş etti. Maddi anlamda ciddi bir üretimde bulunan modern aklın ölüm, insanın varoluşu ve anlamı konusundaki bu tıkanışı, ister istemez bütün gözlerin dine çevrilmesine sebep olmaktadır.

Fakat bu arada modern akıl din üzerinde farklı işlemler yaptı. Descartes ile başlayan süreç Kant ile birlikte, dine ancak epistemolojik müdahalede bulunarak bir konum vermeyi kabul etti. Modern düşünce, bütün gayretini dine ve Tanrı’ya ihtiyaç duymadan dünyayı inşa etme üzerine verdi. Bu bağlamda Kilise’nin daha önce gördüğü çok geniş yetkileri “devlet”e aktararak dini onun için öngördüğü “irrasyonel alan”da konumlandırdı. Tabii ki bu gelişmelerin haklı gerekçeleri vardır. Her şeyden önce 30 ve 100 yıl süren din ve mezhep savaşlarını sonlandırmak istemiştir. Bu bağlamda yeni bir siyaset felsefesi inşa etmiştir.

Burada dinin ancak modern kategoriler içinde anlaşılabilir kılınması, bu anlaşılırlığın sağlanması için de epistemolojik müdahalede bulunması uzun vadede bir sıkıntı yaratmıştır. Zira böylece din kendisi olmaktan çıkarak, başka bir forma bürünmeye başlamıştır. Şayet modern akıl varoluş ve anlam konusunda bir çıkmaza girmeseydi, belki dine gerçekten ihtiyaç duymadan yoluna devam edebilecekti. İşte şimdi tam da böyle sıkıntının kavşağında duruyoruz.

Böyle bir sıkıntının farkına varan Jürgen Habermas, ki kendisi modernliği henüz tamamlanmamış bir proje olarak görmektedir. Bunun anlamı geleceğe doğru modernliğin kendi sorunlarının farkında olarak onları çözeceği kanaatini taşımasıdır. Habermas, inanma ile bilme arasındaki fark ve sınırlara işaret ettiği yazısında (Bkz. Habermas, Doğalcılık ve Din Arasında, s.201 vd.) özellikle Kant’ın dine müdahale ederek onu konumlandırmasına eleştiride bulunur. Kendisi bu bağlamda aklın ve dinin sınırlarını berkitmeye devam eder. Ancak modern aklın tıkandığı varoluş ve anlam konusunda dinden bir aktarım yapılabileceğini; bunun da dine müdahale etmeden gerçekleştirilebileceğini savunur. Bununla da dindar olalım diye bir önerisi yoktur.

Böyle bir söylem karşısında dindarlar ve ilahiyat camiası, dinin rövanşını almaya başladığını düşünerek sevinebilirler. Ancak dine olan bu başvuru, dinin özellikle varoluş ve anlam gibi kendi ortodoksisini korumaya devam ettiğini göstermekle birlikte, bu dindarların ya da dine dair söylem üretenlerin başarısı olarak algılanmamalıdır. Bu, Tanrı kavramının insan nezdinden tüketilemeyen potansiyelleri ve insanın ölümlü bir varlık olarak anlam arayışının her seferinde insanda baskın gelmesinden kaynaklanan bir durumdur.

Fakat bu manzara, bize gelecekte din adına ne yapılması gerektiği ile ilgili bir yönseme sunmaktadır. O da dini periferik bir kurallar manzumesi olarak sunan anlayışların değiştirilmesi; onun yerine dini söylemlerin insanın varoluşuna ve derin soru(n)larına odaklanmasıdır. Bu da “içkinin dince doğru olmadığı”nı söylemeden önce, o insanın hangi varoluşsal ve anlam sorunlarını içki ile aşmaya çalıştığı üzerine odaklanmayı gerektirir. Böylece insan da anlaşılmış olacak ve gereksiz kategorik çatışmalardan uzaklaşılacaktır.