Din nedir?
“Dinin devri bitti mi?” yazısı üzerine farklı yorumlar ve itirazlar geldi. Bu yorumlar konu ile ilintili çok boyutlu konuşmayı gerektiriyor. Ben inşaallah bunları ayrı ayrı başlıklarla sistematik biçimde yazmayı düşünüyorum. İtiraz ve yorumlardan bir kısmı, artık devrinin geçtiğini belirttikleri “din”e, son derece dar bir anlam yüklemiş görünmektedirler. Bu sebeple dinin ne olduğu üzerine durmak istiyorum kısaca.
Dinin devrinin bittiğini savunan argümanların, zihinsel arkaplanlarında din diye bildikleri şey kurumsallaşmış dinler. Söz gelimi; İslam, Hıristiyanlık, Yahudilik, Budizm, Hinduizm vb. Peki “kurumsallaşmış din”le neyi kastediyoruz? İman formülasyonu, ana söylemi, hayat konusundaki perspektifleri, mezhepleri, cemaatleri ile bir din. Tabii ki kurumsallaşmış islam, sivilleşmiş islam gibi ayrımlar sosyolojik tasnifler olup, hayatın içinde saf biçimde ayrışmazlar.
Bu bağlamda kurumsallaşmış dinlerin mevcut dünyanın sorunlarına cevap verebilme kapasitesi açısından yetersizlikleri olduğunu kabul ediyorum. Fakat bu cümleyi diğer bazı yargılardan ayrıştıralım. Birincisi, kurumsal dinlerin cevap verme yetersizliği ile dinlerin devrinin bittiği argümanı farklı şeylerdir. İkincisi, bugün dünya belirsizlikler içindedir. Post/modern epistemoloji dünyada bir “anlam” üretme noktasında kriz içindedir ve onun sosyo-ekonomisi olan kapitalizm ve tüketim de insanı bitirmiştir. Koronavirüs süreci kapitalizmin ekonomi-politiğinde ciddi yara aldığını göstermesi bakımından ilginçtir. Marksistler de buradan kendilerine pay çıkarıyorlar ama marksizmin dünya ve insanlık için anlam üretecek bir metafiziği yok; seküler dünyanın içinde kaybolmuş retoriksel bir argüman olarak duruyor. Kurumsal dinler de henüz bir paradigma öneremedikleri için dünya şu an sallantıda duruyor. Kapitalizmin yeni süreci biraz daha yönetmeye devam edeceği görülüyor.
İşte böyle bir belirsizlik içinde birbiriyle ilintili iki kavramı hatırlamanın zamanıdır. Birincisi, post-truth yani hakikat ötesi. “Hakikat” arayışlarını anlamsızlaştıran bu söylem, günümüzde iletişim araçlarına hakim olanın yalanla kitleleri yönlendirdiği anlamını da içkin. İkincisi de, post/modern dönem ki, mitolojiyi tekrar insan hayatının merkezine sokmaktadır. İşte “yeni din”in oluştuğu yer bu kesişim noktasıdır. Eklektik, mitoslarla örülmüş, iletişim kanallarında farklı düzlemlerde yeni oryantasyonlarla sanal inanlılar yaratan bir din. Üstelik de kurumsallaşmış dinin kendi içindeki sınırlılıkları ve iman formülasyonlarına bağlanma gereği duyulmaksızın yogaya, mum yakmaya, fantastik bilim kurgulara, farklı dinlerin ritüellerine aynı anda izin veren bir din.
Bana gelen itirazlardan birisi de, gençlerin artık “kozmopolit bir konum edindiklerini”, “farklı bir kültürlenme yaşadıklarını”, “hayatta kalma etkinliklerine evrildiklerini” söylüyor. Elhak doğrudur. Şimdi bu itirazı “yeni din”in içerikleri açısından tekrar okuyun. Çıkacak sonuç; mitoslara bürünmüş yeni dinin tüm insanlığı sarmaya başlamasıdır. Diğer yandan bu itiraz bir de kurumsal dinlerin söylemlerinin mücerret ve öznel kaldığını söylüyor. Mücerretlik iddiası doğru olabilir ama öznel olan tam da yeni mitosçu dindir; zira herkese kendi öznellikleri çerçevesinde bir din öneriyor.
Diğer yandan dinlerin devrini tamamladığını söyleyenlerin, bazı şahsiyetlere peygamberane nitelikler yükledikleri, kutsallaştırmalar ve metafizikleştirmeler yaptıkları gözden kaçmamaktadır. Elwis Presley gibi bir şarkıcının “aziz”e dönüştürülmesini nasıl okuyacağız? Dinlerin devrini tamamladığını söyleyenler, kendilerini metafiziğe kaçamak yapmadan seküler dünyanın ve insanın imkanlarıyla kurmalıdırlar. Böyle bir tezi ve kurulan anlam dünyasını ben de merakla bekleyeceğim.
Açıkçası ben dinden uzaklaşan bir şahsiyete rastlamadım bugüne kadar. Fakat bu dinin mahiyeti biraz değişmektedir. Zira insanın hayatını kurabilmesi için bir metafiziğe ihtiyacı vardır; insan böyle bir varlıktır.