Din nedir? (2)
Din üzerine yazdığım yazılar, bazı itirazlarla karşılaşıyor. Bu yazılarda “dinin mahiyeti” üzerine belirlemeler yapmaya çalışıyorum. Ancak bu itirazların da geçerliliklerini tartışmamız gerekiyor.
İsmail Taş dostum şöyle yazmış: “Kant der ki, "matematikçi, bilim adamı, doğa filozofu, bunlar metafizik üzerine öfkeli bir yasak koymaya çalışmakla ne elde edeceklerdir ki ? Onların da içinde, kendilerini her zaman işte bu metafiziğin alanında bir deneme yapmaya kışkırtan bir çağrı yatar." Kant bunu bilim adamlarına, matematikçilere ve doğa filozoflarına söylüyor. Biz kime söylüyoruz? Dinden bıkmış ve artık dinden kaçıp bir nefes almak isteyen kimselere... Hocam biz önce içmeyi öğrenmeliyiz. Bizimki farklı bir sarhoşluk”
İsmail beyin söylediklerini birkaç açıdan değerlendirmeliyiz. Birincisi, Kant kendisinin gökten kuleler yapmayacağını söylerken metafiziğin ayartıcılığına karşı, burada insanın imkan ve sınırları içinde bir ev inşa etmeye önem veriyordu. Batı’da bilginin metafizik spekülasyonlardan kurtarılması çabalarını önemsiyorum. Bu bağlamda “metazifiziksel bataklık” isimli yazım İslam dünyasının girmiş olduğu çıkmaza vurgu yapar.
Fakat Kant’ın bugüne bakıyeleri olan iki handikapla bizi karşı karşıya bırakmış olduğunu düşünüyorum. Birincisi, Kant meselâ özgürlük ve ahlakı temellendirirken yine de öyle bir metafizikten kopamamıştır. Rorty, “niçin kötü olmayayım” diye sorarken, aynı zamanda modernitenin anlam üretme problemine göndermede bulunmaktaydı. İkincisi, bugün “aşkınlıktan kopuş” yaşadığımız problemlerin temelidir. Kant’tan sonra filozoflar buradan doğan boşluğu doldurabilmiş değildirler. İnsanın kendi imkan ve sınırlarını koruyarak üreteceği epistemolojik seviye, her seferinde bir yandan kendisi ve dünya arasında bir boşluk yaratmaya devam etmekte, diğer yandan anlam problemini derinleştirmektedir.
İkincisi, insanların dinden kaçarak nefes almaya çalıştıklarını söylüyor İsmail bey. Elhak dine dair algı ve tecrübeler böyle bir sürece dair semptomlar veriyor. Ben daha önce yazdığım “kutsal sopayla dövmek” başlıklı yazımda bunları dile getirmiştim. Tabii ki biraz nefes almak için dinden uzaklaşanlara bir itirazım yok; herkes düşüncelerinde özgürdür. Fakat uzaklaştıkları yer din olmakla birlikte, kendilerini yeni konumlandırdıkları yerin de din olduğunu onlara göstermeye çalışıyorum. Yani durduğunuz yerin farkına varın demek istiyorum. Diğer yandan “kutsal sopayla dövme” ve “mistisizm yedirme”den kaçarken, aşkınlıktan kopuşun krizi çözmeyeceği; fakat kesinlikle derinleştireceğini savlıyorum.
Bu iki sebepten dolayı böyledir. Birincisi, beni hayal kırıklığına uğratan şeylerden birisi, bir anlayışı eleştirenlerin, bu eleştirilerini bir başka “din”e yaslamadan yapamamaları. Bakın bir cemaati başka bir cemaate, dini anlayışları “seküler kutsal”lara yaslanarak eleştirenler ortalığı kaplamış. Burada hiçbir dine yaslanmadan kendisini ve dünyayı inşa etmeye çalışan insan tavrı görüyor musunuz? Bir müddet sonra en dünyevi olanlar bile “metafizikleşerek” hayatımıza giriyor.
Bu satırlar aynı zamanda Nizamettin Biber beyin şu itirazlarına da cevap veriyor: “Mustafa hocam epey zaman önce zamanımızın önemli yazarlarından Yuval Noah Hararinin 21. Yüzyılda 21. Ders kitabını okumuştum. Müthiş bir beklenti içindeydim, keyifli bir şekilde okuduğumda sonucu meditasyona bağlamıştı, hayal kırıklığına uğramıştım. Kurumsal din tanımınıza katılıyorum bu kavram yerleşik bir çok açmaza yanıt verebiliyor. Yazınızın sonunda, son tahlilde metafizik insan için gerekli ve zorunlu olduğu için din de vardır, gereklidir önermesi ile dinden uzaklaşan insan görmedim ifadeniz biraz zorlama gibi geldi, hatta beni biraz şaşırttı doğrusu.”
İlaveten şunları belirteyim: din dünyaya karşı bütün tavır alışların adıdır ve bu anlam din kavramının içine dahildir. Bunun kurumsal dinler üzerinden olması gerekmiyor. Söz gelimi; ateizm de varlığın temelini maddeye dayandırarak “Tanrı’nın yokluğu” üzerinden bir din inşa eder ve dünyaya karşı bir tavır alıştır.