Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
16 Ağustos 2023

Din kalpsiz dünyanın kalbi mi?

Karl Marx dine yönelik analizlerini şu cümleyle bitirmektedir: “Din kalpsiz bir dünyanın kalbi, vicdansız bir dünyanın vicdanıdır; din halkların afyonudur.” Toplumumuzda bilhassa muhafazakar kesimler bu sözleri anlamaktan biraz uzak olmuş; Marxizmin dine düşmanlığı biçiminde bir yorumla sabitlemiştir.

Marx dini bir üst yapı kurumu olarak konumlandırmaktadır gerçi. Bunun anlamı; tıpkı hukuk, sanat gibi din de bir dönemde üretim araçları ve üretim ilişkilerinin bariz belirlenmişliği ile nüksettiğinden burjuvanın taleplerine göre şekillenmiştir. Fakat yine de alt yapı-üst yapı ilişkisinde dinin de belirli oranda etkinliğinin altını çizmeliyiz.

Slovaj Zizek ve Boris Gonjevic tarafından yazılan “Acı Çeken Tanrı” isimli kitapta ise Marx başta olmak üzere o dönemde bazı düşünürlerin kitleler için dini gerekli gördüklerinin altı çizilir. Bunun sebebi de, halkların çektikleri ıstırabı dindirecek bir şeye ihtiyaç duymaları olarak belirtilir. Zizek’in yazılarından birisinin başlığı da, “Sadece ıstırap çeken bir Tanrı bizi kurtarabilir” şeklindedir.

Aslında Marx burada dinin ikili rolüne atıfta bulunmaktadır. Bunlardan biri, dünyanın tüm adaletsizliği, problemleri, insanlığın ıstırabı yani kalpsizliği karşısında bir “kalp” olabilmesi. Adaletsizlik ve ıstıraplar karşısında bir vicdanı temsil etmesi. Buna göre dinden beklenen asıl rol; tüm ıstırap ve haksızlıklar ile insanlığın temel sorunları karşısında dinin bir itirazı dile getirmesidir. Marx’a göre ikinci rolü ise gerçekliğin üzerini örtmesidir.

Dinin gerçekliğin üzerini örtmesi, ürettiği gündem ve dini söylemler ile üçüncü beşinci derecede tali sorunlara dikkat çekmesidir. Böylece din ve Tanrı bir avuntu ve rehavet aracı haline gelmektedir Marx’a göre. Bu noktada özellikle Tanrı ve din karşısında insan(lar)ın aşırı günahkar gösterilerek çökertilmesi ile bir akılsallığın icad edilmiş olduğunu da söyleyebiliriz.

Burada bir öz olarak dinden değil, daha çok dini söylem ve anlayışlar üzerinde durulmalıdır. Bir başka deyişle, dinin birbirine ters bu iki rolü, o dinin mensupları tarafından öne çıkarılan söylemleriyle işler hale gelmektedir. Marx’ın dine yönelik yaklaşımlarında eleştiri konusu yapılacak unsurlar varsa da, tarihsel süreçte bu ikili rolün takip edilebileceği mebzul miktarda örnekleri vardır.

Söz gelimi; peygamberler gönderilmeden önceki toplumda paganizmin oluşturduğu sosyal, ekonomik ve kültürel yapı, yine toplumdaki büyük kesimlerin aleyhine işlemekte idi. Bu durumun meşrulaştırıcısı ise o dönemdeki dini anlayışlardı. Peygamberlerin mesajının en önemli boyutunu ise ekonomi politik oluşturmakta idi. Nihayetinde âyetler “Kitap”ta yazıldığı gibi durmadı; sosyalitede “hayat” kazandı. Halbuki müslümanlar temel ıstırapların sonuçlarını yaşarlarken ekonomi politiği üzerinde hiç durmadılar. Bunun sonucunda İslam da bir söylem olarak işlevsizleşti.

İçinde yaşadığımız post/modern çağ insanın edilginleşmesi de dahil olmak üzere devasa sorunlarla insanlığı karşı karşıya bıraktı. Tekrar tekrar küresel ölçekte tüketim ve borçlanmaya dikkat çekiyorum. Bunlar insanın özgürlüğünü çoktan elinden aldı. Tam da bu sebeple en baştan başlamalı ve özgürlük problemini konuşmalıyız. Yoksa gelecekte küresel ulus aşırı azınlık sermayesinin güdümünde her türlü “mülk”iyete veda ederek tek derdi biyolojik yaşam olan insanları gezegende seyrediyor olacağız. Küresel paganizmin ekonomi politiği burada işlemektedir.

Peki dini söylemler insanlığın ıstırabını dile getirebilmekte midir?