Dolar (USD)
35.21
Euro (EUR)
36.77
Gram Altın
2964.74
BIST 100
9644.04
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
18 Ekim 2020

Din, Fıtrî ve Zarurî Bir İhtiyaçtır-2

Din çok kuvvetli bir ağaç gibi, insanlığın geçirdiği inkılapların hepsinde hayatını muhafaza etmiş ve bundan sonra da edecektir. Zamanın geçmesiyle, onun kaynağı kurumak şöyle dursun, bilakis o menba gittikçe derinleşip genişleyecektir. Binaenaleyh insan hayatı dinle başlamış olduğu gibi, din ile kuvvet bulacak ve nihayet din ile bitecektir. Çünkü din, insan için ekmek ve su kadar gerekli olan temel bir ihtiyaçtır.

Allahü Teâlâ’ya imanın etrafında oluşturulan inanç sistemi, dinin temelini teşkil eder. Allahü Teâlâ’nın özellikle varlığının ve birliğinin ortaya konulması, sıfatlarının kavranması ve sistemleştirilmesi, aklî bir çalışmayı gerektirir ve bütün bunların kesinlik ifade eden bilgiye dayanması gerekir. Dolayısıyla din, otomatik olarak insanı ilimle uğraştırır. Bunun için -diyebiliriz ki- her dindar insan, az çok bir araştırmacı ve fikir adamıdır. Çünkü o, imanını güçlendirip kemale erdirmek ve hâriçten gelen darbelere karşı onu korumak için daimî bir çaba içindedir.

Dinin öğrettiği bütün ibadetler, Allahü Teâlâ’ya itaatin biçimsel göstergeleridir. Çünkü yalın ve teorik bir Allah inancı yeterli olmayıp bu inancın pratik olarak eylemle yani ibadet ve itaatle gösterilmesi ve sergilenmesi gerekir. Kaynağı vahiy olduğu için bütün ibadetler, Allah’a itaat çerçevesinde yapılır. Bu bakımdan Allah, bizim ibadet olarak ne yapmamız gerektiğini belirlemiş ve kendisine bu şekilde ibadet etmemizi emretmiştir. İbadetler Allah’ın emri oldukları için, aslında onların gücü ve gizemi bu dünyanın ötelerine uzanır ve her biri, Allah ile kurmaya çalıştığımız irtibatın değişik biçim ve boyutlarda gerçekleştirilmesine hizmet eder.

Dinin emrettiği ahlak kuralları da, inanç ve ibadet yoluyla tesis edilmiş bulunan insan-Allah ilişkisinin, dünyevî planda her türlü tutum ve davranışa yansıması olarak değerlendirilir. Zira insanın; başkalarına iyi davranması, onlarla iyi geçinmesi, kötülük etmemesi, zarar vermemesi, yalan söylememesi ve benzeri bütün erdemler, ahlakî birer olgu olmasının yanında Allahü Teâlâ’nın hoşnutluğunu kazandıran güzel ve önemli davranışlardır.

Binaenaleyh iman dinin; Allah’ı tanıma ve bilme boyutunu, ibadetler O’na itaat etme boyutunu, ahlak da O’nu sevme boyutunu teşkil eder. Buna göre mahiyet olarak; iman akıl ve bilgi; ibadet inanç ve kanaat; ahlak ise, gönül ve duygu kaynaklıdır.

Dinler; hak ve bâtıl olmak üzere iki çeşittir. Hak dinler, Allahü Teâlâ’nın peygamberleri aracılığıyla kullarına gönderdiği bütün dinlerdir. Bunlara semavî yani göksel dinler de denir. Eskiden dünyanın her bölgesinin kültürü, inancı, örf ve âdetleri farklıydı. Karşılıklı fikir ve kültür alışverişi de oldukça zayıftı. Bu yüzden, her bölgeye ayrı ayrı peygamberler gön-derilmiştir. Bütün semavî dinlerde itikad (inanç) ve ahlak (etik) kuralları aynıdır, fıkıh ve muamelat (ibadetler ve hukuk) sistemi ise biraz farklıdır.

Bâtıl dinler ise, Allahü Teâlâ tarafından gönderilmeyen ve bir peygamber tarafından tebliğ edilmeyen beşer mahsulü uydurulmuş dinlerdir. Bâtıl dinler, insanların uydurdukları ilkel ve saçma sapan hurafelerden ibarettir.

Babamız Âdem aleyhi selamdan beri uygulanan hak dinlerin çok azı günümüze kadar gelmiştir. Hıristiyanlık ve Yahudilik gibi günümüze kadar gelenler de, insanlar tarafından yeni ilave ve çıkarmalar yapılmak suretiyle tahrif edilip bozulmuştur. Hıristiyanlık ve Yahudilik gibi, aslı hak iken sonradan bozulan dinlere, muharref yani bozulmuş dinler denir.

İslam’ın dışındaki dinler, -faraza- değiştirilmemiş olsalar dahi, bugün onlarla amel etmek (uygulamak) câiz değildir. Çünkü onlar, Allahü Teâlâ’nın son Peygamberi Muhammed aleyhi selamın getirdiği İslâm dini ile nesh olunmuşlar yani iptal edilip yürürlükten kaldırılmışlardır. İslâm dini ise, kıyamete kadar bâki ve kalıcıdır. Âyet-i kerimede buyuruldu ki:

“Şüphesiz, Allah katında tek din, İslâm’dır.” (Âl-i İmran 19)

Allahü Teâlâ, Kıyâmet gününde İslâm dini ile, kulları arasında hükmedecektir. Sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafâ sallallahü aleyhi ve sellem, bütün peygamberlerin en üstünü olduğu gibi, O’nun ümmeti de bütün ümmetlerin en üstünüdür.