Din, Fıtrî ve Zarurî Bir İhtiyaçtır-1
Din kelimesi lügatte; âdet, ibadet, hesap, ceza ve hüküm manalarına gelir. Istılahî manası ise; akl-ı selim sahibi kişileri, kendi güzel iradeleriyle iki cihan saadetini temin eden güzel ve faydalı işler yapmaya sevk eden İlâhî bir kanûndur.
Din; insanla Allah, insanla diğer insanlar ve
insanla eşya arasındaki ilişkileri düzenleyen ve A’dan Z’ye kişinin hayatına
yön veren, bütün davranışlarına esas olan kuralları ihtiva eden büyük bir
sistemdir. Din; yemek yeme âdabından tutun da en büyük sosyal, hukukî ve
iktisadî sistemlere kadar hayatın tamamını kapsayan kural ve kaidelere
sahiptir. Din, bir nevi insanın prospektüsü ve kullanma klavuzudur.
İnsanoğlu, varoluş hikmetini, Rabbine nasıl
ibadet edeceğini, dünya hayatını hangi kurallara göre yaşayacağını dinden
öğrenir. Bunun için; dine uyan kişi dünyada da âhirette de mutlu ve başarılı
olur.
İnsan, rûh ve bedenden ibaret olduğu için;
onun bir maddî, bir de manevî yönü vardır. Maddî gereksinimleri karşılamak
nasıl bedenin vazgeçilmez bir ihtiyacı ise, manevî ihtiyaçları temin etmek de
rûh için kaçınılmazdır. Rûhun bu önemli ihtiyaçlarını karşılayan kurum ise
dindir.
İnsan; kâinatın yaratıcısı olan Allahü Teâlânın
varlığını ve birliğini dinden öğrenir. İbadet, dua ve niyazlarla Allah’a
sığınan ve O’na güvenen insan, kendini çok güçlü hisseder; hayatın zorlukları
karşısında yılmaz, ümitsizliğe kapılmaz, hep sabırlı ve dayanıklı olur.
Din, fertlere kutsal duygu ve alışkanlıkları
aşılayan, toplumları yüce idealler etrafında birleştirip kenetleyen çok önemli
ve hayatî bir kurumdur. Din, insanlara hep hayırlı olanı tavsiye ve telkin
eden, onları daima iyi ve faydalı şeyler yapmaya yönlendiren şümullu bir
sistemdir.
Din, insana; psikolojik yapı ve yaşayışında
karşılaştığı yalnızlık, çaresizlik, korku, üzüntü ve sarsıntılar; hastalık, musibet
ve felâketler karşısında ümit, teselli ve güven sağlayan en son sığınaktır.
Dinî yaşayışın, insanı ruhî bunalımlardan koruduğu; kendisine ve çevresine
karşı daha duyarlı ve faydalı hale getirdiği ilmen sabit bir gerçektir.
Din; imkânların tükendiği, ümitlerin söndüğü
yerde başlayan imkân yolu ve ümit ışığı, ilâçların dindiremediği acıların
ilacı, şaşkınların güvenli limanı ve yıkık gönüllerin son sığınağıdır.
Din; adâlet, iyilik, fedakârlık, doğruluk,
fazilet gibi yüce duyguların hayat menbaı; gaddarlık, kötülük, bencillik, ikiyüzlülük
ve karaktersizlik gibi kötü huy ve alışkanlıkların önündeki en büyük engeldir.
Din; kargaşa, anarşi, ahlakî çöküntü ve suç
işleme önündeki en büyük settir. Dinsizlik, her şeyden önce ahlâk fikrini
yıkar. Çünkü dinin olmadığı yerde, ahlâkın hiçbir yaptırım gücü kalmadığından,
dinsizlik her türlü kötülüğün yayılmasına ve genişlemesine ve neticede cemiyetin
çökmesine sebep olur.
Din, insanı hukuka saygılı yapar. Dinsizlik
ise, hukuk fikrini ortadan kaldırır. Kendini herhangi bir ahlâkî müeyyideye
bağlı hissetmeyen dinsiz insan hiçbir hak ve hukuku tanımaz. Eline fırsat
geçtiğinde gaddarca davranmaktan, her türlü kötülüğü işlemekten geri durmaz.
“Allah’tan korkmayandan kork,” yerinde söylenmiş doğru bir sözdür. Maddeye
tapan ve şehvetlerine esir olan dinsiz kişide, insanlık karakteri âdeta
silinir; fazîlet, ferâgat ve fedakârlık gibi yüce duygu ve alışkanlıklardan
eser kalmaz.
Din, insanlığın yaratılışından gelen fıtrî ve
zarurî bir ihtiyaçtır. Din tarihin bütün devirlerinde ve bütün toplumlarda
daima mevcut olan evrensel ve köklü bir kurumdur. Din, insanlığın vazgeçilmez
bir gerçeği olması sebebiyle bundan böyle de varlığını hep devam ettirecektir.
Tarihin hangi devresine bakılırsa bakılsın dinsiz bir toplum görülmemektedir.
İnsanlık tarihinin her döneminde din, canlılığını korumuş ve insan hayatının
ayrılmaz bir vasfı olma özelliğini sürdürmüştür. Dine düşman olan sistemlerin
dahi, kanun hakimiyetini te’sis etmek için çaresiz bir şekilde dinin
yayılmasına yardım ettikleri tarihte de günümüzde de görülen bir gerçektir.
Hadis-i şerifte: “Allah, bu dini âhirette nasibi olmayan kimselerle de
kuvvetlendirir,” (Taberanî El-Mucemu’s-sagir 132)buyurulmuştur.