Dolar (USD)
35.22
Euro (EUR)
36.72
Gram Altın
2956.98
BIST 100
9626.56
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
24 Temmuz 2021

Din dilinin anlamı

İradesi dışında kendisini bu dünyada bulan insanın en temel problemi kendisi ve dış dünyayı anlamlandırmak olmuştur. En temel sorumuz; “dünya denilen bu mekanda ne işimiz var?” şeklinde ifade edilebilir. Duyu, akıl ve sezgileriyle dış dünya ile ilişki kurarak insan bir ilişki düzeneği kurabilmekte; ancak bu da nihai olarak anlam problemini çözememektedir.

Dinin insan için vazgeçilmezliğinin sebeplerinin başında böyle bir anlam düzeneği inşa etmesi gelmektedir. Doğrusu bilim hiçbir şekilde anlam verme işlevine sahip değildir. Bilgi ve teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, “niçin” sorusunu cevaplandıramamaktadır. Seküler ideolojiler bir motivasyon sağlamakla birlikte, dünyayı aşacak bir epistemolojik ve ontolojik genişliğe sahip olmadıkları için yegane vaadleri, dünyanın sonunda sahte bir cennet üretmekten öte değildir.

Bu bağlamda din, tüm bu üretimlerin dışında ve üzerinde insana geldiği ve gideceği mekan ile dünyada bulunuşunun anlamını söyler; Tanrı diye isimlendirilen bir varlıkla irtibatını sağlar. Bu, bir anlamda insan tabiat dışında ya da tabiat üzerinden aşkınla dikey ilişkisini kurmanın imkanıdır. Tam da bu sebeple Batılı felsefecilerin ifadesiyle “Tanrı üzerine konuşma”yı tanımlamaktadır.

İnsan Tanrı üzerine bazı dolayımlar üzerinden konuşmaktadır. Belki bu dolayımlardan ilki vahiydir. İkincisi de, yarattığı dış dünya ve tabiattır. Tanrı ile insanın mahiyete dayanan derin farklılığı, iletişimin ancak Tanrı’nın bir şekilde insana inzali ile mümkün olmaktadır. Tanrı’nın insan ile iletişiminde en büyük zorluk, Tanrı’nın tam ve mükemmel bilgisinin insani yetilerle kavranacak düzeyde ona aktarımıdır.

Bu bağlamda insandaki akli, duyusal, sezgisel tüm melekeleri harekete geçiren bir Tanrısal hitap görürüz. Kur’an-ı Kerim’e bu bağlamda yaklaştığımızda tüm bu melekelere farklı şekillerde seslenen bir hitap şeklini izlemekteyiz. Bazı ifadeler “aklı” harekete geçirmeyi hedeflemektedir. Esasen Kur’an-ı Kerim’in muhataplarıyla konuşmalarında aklın çerçevesi ve çıkarımlarını her zaman korumaktadır.

Nitekim Kur’an’ın diline baktığımızda inanmayanların yargıları ve iddiaları karşısında kesin bilgi ve delil (Burhan) istediğini görmekteyiz. Tartışma konularının insandan tabiata kadar şehadet (fizik) alemin sınırları içerisinde gerçekleştiğini izleyebilmekteyiz. Elbette Kur’an, Tanrı, ahiret, metafizik ile ilgili bilgiler vermektedir. Bu bilgilerin zaten insan tarafından kesin bir şekilde elde edilmesi mümkün değildir. Doğrusu Kur’an şehadet âlemine olan göndermelerinde bu metafizik ile ilintiler tabii ki kurmaktadır.

Burada önemli bir nokta da, Kur’an’ın baştan sona Tanrı üzerine konuşan bir dili olmakla birlikte, insanın Tanrı ve tabiattan ayrılmayacak şekilde bu dilin direkt ya da dolaylı şekilde ayrılmaz bir parçası olduğudur. Bu bağlamda Kur’an’da Tanrı üzerine konuşmanın insan üzerine konuşmaktan asla ayrılamayacağı söylenebilir.

Yine insanın sezgileri ve duygularına da hitap edilmektedir. Sezgi ve duygulara hitap genel anlamda insanın doğasında karşılık bulacak noktalar olduğu gibi, o günkü koşullarda Kur’an’ın inanan ya da inanmayan tüm muhataplarının konjonktürel durumu ve olaylar çerçevesinde de belirmektedir. Tam da bu sebeple vahyin tedrici bir şekilde inişini iyi anlamak gerekir.

Günümüzde tek boyutlu olarak insana yaklaşımların handikapları, özellikle kutsal kitabın dilini Tanrı’ya yakıştıramamak gibi bir tavrın ortaya çıkmasını sonuçlamaktadır. Hatta bazıları bu dilde düzeltmeler yapmak üzere harekete geçmektedirler.