DİN-DEVLET-LAİKLİK
Din devlet ilişkisini Hüseyin HATEMİ Hoca her ne kadar u00c2dem (as)'a kadar taşımayı yeğlese de en erken, en net ve en ilkel bir şekilde tarih öncesi dönemde bulmak mümkündür. O dönemde 'teolojik meşruiyet' olarak, Mısır'da Firavun ve Çin'de de imparatorlar/hükümdarlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Mısır Firavunları baş ilahın yeryüzündeki temsilcileriydi. Göklere hükmeden tanrı da olan (Horus) Firavun, aynı zamanda tabiat hakimiyeti tanrısı olan Osiris'in oğluydu. Bu yüzden Yeryüzü Tanrısı da olan hükümdara itaat, hem siyasi bir zorunluluk hem de dini bir görev olmaktaydı. Çinlilerde ise 'göğün oğlu' olan imparatorun, dünyanın uyumlu düzenini korumak amacıyla 'Gök' tarafından görevlendirildiğine inanılmaktaydı." Bu durum uzun asırlar boyu varlığını sürdürdü. İslam dünyasında da "halifetullah" ve "zıllullah"ların konumunu belirtmeme gerek var mı?
İster semavi, ister pagan olsun, din bütün dönemlerde "otorite" olmak istemiştir. Yani dinler devletten ayrılmayı ancak gücü zayıfladığı dönemlerde göze alabilmiştir. Modern dönemde ise dinin dışlanmasına varacak kadar (özellikle Fransa ve Meksika'da) inançlara reaksiyon ön plana çıkmıştı. Aydınlanma sonrasında dini bağlılığın zayıflaması ile "asgari şartı devletin tarafsızlığı, vatandaşın özgürlüğüne ve tercihlerine saygı" olarak kabul edilen laiklik devlet yönetiminde cazip hale gelmiştir.
Pratik örnekler
Toplumsal yaşam karmaşıklığa doğru seyrederken Tanrı tarafından atanan krallıklar ortaya çıktığı görülür. Örneğin Yahudilikte başlangıçta din ile devlet bir ve özdeş olduğu, kralların ilahi irade ile kral olduğu görülmektedir.
Çin'de hangi kral yönetimi ele geçirmiş ise onda Tanrı fermanı olduğu kabul edilmiştir. Japonya için de aynı tespit geçerlidir. Doğu medeniyetlerinde yönetici kadro ile din adamları aynı kişiler idi.
Sasani döneminde İran'ın hakim dini olan Zerdüştlük bir devlet dini olarak kendini göstermiştir. Her ne kadar 'Sezar ile Tanrı'nın hakları' belirlense de Hıristiyanlıkta devletin resmi dini olduğu dönemler epeyce fazladır. St. Augusitinus'a göre Hıristiyanlık devleti ıslah edebilir ve kilise ile iyi ilişkiler kurabilir. Martin Luther de reform hareketini başlatmakla birlikte dini devletin dışında düşünmemiştir. Ayrıca Şintoizm, Hinduizm, Brahmanizm, Budizm ve Konfüçyüsizm dinleri de devletle çeşitli biçimde ilgilenmişlerdir. Üstelik Japonya bu gün geleneksel bir siyasal din olarak varlığını sürdürmektedir. Günümüz Amerikası, belki Fransa hariç Avrupa'nın bütün ülkeleri şu veya bu şekilde dini referanslara müracaat ederek bir tarz-ı siyaset yürütmektedirler.
Din-Devlet ilişkisi
İnsan toplumsal bir varlık olması hasebiyle ve tabiatı gereği dinle çok sıkı ilişki içinde olabiliyor. Aynı zamanda yine tabiatı gereği toplu halde yaşamak zorundadır.
İnsanın hem bireysel hem birlikte yaşadığı insanlar ve hem de tabiatla ilişkileri için bir takım talepleri vardır. Bu talepleri düzenleyen bir üst makam ihtiyacını hem devlet, hem din karşılamaya talip olduğu için, bu durum ister istemez din ile devleti (ya da devlet ile dini) karşı karşıya getirebilir ve getirir. Yani devlet insan(lar)ın ilişkilerini düzenlemede ne kadar etkili ve yetkili olduğunu iddia ediyor ise, din de o kadar etkili ve yetkili olduğunu iddia eder. Aslında her iki taraf da iddiasında haklıdır. Zira devlet varlığının gayesi olarak "insanların dünyada huzur ve esenlik içinde oluşunu" gösterir. Din de aynı gayeyi taşır ve ilaveten ölüm sonrası hayatın da esenlik içinde olmasını hedefler. Hal böyle olunca çatışma daha teoride başlamış bulunmaktadır.
Pek tabiidir ki din, hem kitabi (teorik-akidevi), hem ahlaki, hem davranışsal (pratik-ibadi); hem psikolojik, hem sosyolojik yönü itibariyle bir bütün olarak kendini ortaya koymaktadır. Mahatma GANDİ "Dinin siyasetle ilgisinin bulunmadığını iddia edenler dinin ne olduğunu bilmeyenlerdir" sözü aslında din- devlet ilişkisi açısından önemli bir tespittir.
Din, toplumu başta zihniyet olmak üzere pek çok konuda etkisi altına alarak yönlendirir ve şekillendirir.
Ülke, halk ve egemenlik gibi unsurlardan oluşan devlet, halkın hak, görev, sorumluluk ve davranışlarının kontrolünü elinde tutan siyasi bir kurumdur. Bu kurum varlığının gereği insanlarının psikolojik ve sosyolojik yönleriyle ilgilenmekte hatta modern dönemde doğumdan ölümüne kadar her şeyle ilgilenmektedirler. Devlet ve din kendilerini güvende hissetmedikleri için birbiri ile samimi ilişkiye girmekten kaçınmışlardır. Biri diğerini alt etmeyi gerekli gördüğü için hep kavgalı olmuşlardır.
Burada şunu söylemeden geçemeyeceğim: İnsanlık daha yeni yeni kendine gelmeye başlamış ve sorgulama, yön/çare bulma arayışına girmiştir. Din(ler) insan(lar) için vazgeçilmezdir. Dünya her hal-u karda siyasi organizasyon olarak devletsiz de olunamayacağına göre bu iki olmazsa olmazı, vazgeçilmezi bir arada, barışık, sınırları belli bir şekilde nasıl götürülebileceğini daha yeni anlamış bulunmakta. Evet devlet ve din birbiri ile nasıl beraber yürürler? İnsanlık bu sorunun cevabını önyargısız, iyi niyetle verebilmelidir.
Devam edeceku2026