Dolar (USD)
35.20
Euro (EUR)
36.69
Gram Altın
2954.80
BIST 100
9626.56
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
26 Haziran 2021

Din çarkı niçin açığa dönüyor? II

Osmanlı’nın son döneminden itibaren giderek zayıflayan geleneksel toplum yapısı bugüne gelinceye kadar batılılaşma ve/veya modernleşme politikaları ile yerini farklı bir toplumsal yapıya bırakmıştır. Modernleşme sürecinde yaşanan bu derin değişimi çerçeveleyebilecek bir değersel merkezin yaratılması noktasında başarısız olunduğu anlaşılmaktadır.

Batı’da modern zamanlara geçişle birlikte kilisenin etkinliğini kaybetmesi sonucu ahlakilik de dinden bağımsızlaşarak seküler bir temelde yeniden inşa edilmiştir. Din özel alan işi olarak görülüp konumlandırılmış, seküler ahlak ise hukukilik ile desteklenerek ahlakilik ve hukukilik arasındaki boşluk kapatılmıştır. Kişinin dindar olup olmaması ise özel hayatın bir konusu olarak tartışılmıştır.

Modern zamanlara geçişte bilhassa sosyoloji ve pozitivizm üzerinde görünür olan yeni bir etik yaratma girişimini izlemekteyiz. Bu bağlamda sosyoloji bilimi modernliğin bir teolojisi olarak devreye girerken, olgusalcılık üzerinden temellendirilen pozitivizmin ise bir etik çerçeve olarak işlevselleştirilmesi söz konusu olmuştur. Burada özellikle olgusallık üzerine dayanan gerçeklik ve kesinlik bir etik çerçevenin çıkarılmasında önemli iki anahtar kavram olmaktaydı. Dolayısıyla ortaya konulacak etik çerçevenin kesinliği ve kendisine uyulmaya zorlanmasının meşruiyeti de sağlanmış olacaktı.

Batı’yı bu noktada takip eden Osmanlı’dan beri devam eden modernleşme süreci adım adım pozitivizmi yerleştirmeye çalışmıştır. Fakat Batı ile Batı dışı toplumların arasındaki temel farklılık Türkiye tecrübesini kendi içerisinde farklılaştırmıştır. Batı’da yukarıda zikrettiğimiz tecrübe Avrupa’nın kendi gerçekliği ve sosyal dinamikleri çerçevesinde gerçekleşmiştir.

Fakat Türkiye başta olmak üzere Batı dışı toplumlarda sosyoloji, pozitivizm, ahlak ve nihayetinde din anahtar kavramlarının kendi düzeni ve yerleşikliği sağlanamamıştır. Dolayısıyla bunların hepsinin birbirinin içine karıştığı bir duruma ulaşılmıştır. Modernleşme sürecinde yaşanılan zihni müşevveş durum, aslında bu karmaşıklığın bir sonucu görünmektedir.

Bir yanda yüzyılların içinden süzülüp gelen ve kültürelliğin içinde sürekli işleyen din ve gelenek kendisini göstermektedir. Bu kültürellik içinden gelişen ahlak ve sosyallik toplumsal reflekslerde sürekli açığa çıkmaktadır. Giderek sosyal yapıda derinlere kadar inen modernleşme sonucu pozitivizm de radikal bir şekilde uygulamaya girmiştir. Aslında bu ikisi arasındaki gerilim bugün de sosyal, siyasal, kültürel sonuçları ile tecrübe ettiğimiz bir durumdur.

Pozitivizm Türkiye’de dinin ahlaki ve sosyal alandaki etkinliğini azaltan sonuçlar üretti. Diğer yandan Batı’da olduğu gibi seküler bir ahlak üretilemediği ve etkinleştirilemediği gibi, seküler ahlak ve hukukilik arasında da mesafe de arttı. Dolayısıyla bugün kültürellik ve sosyallik içerisinde din, ahlak ve seküler hayat birbirinden bağımsız fakat gerilimli bir şekilde insan üzerinde tezahür etmeye devam etmektedir. Dolayısıyla din çarkının boşa dönmesinin sebeplerinden birisi budur denilebilir.

İkincisi de, tüm bunlara rağmen müslümanların yerel düzeyden global ölçeğe kadar iyi temsiller verememiş olmasıdır. Öyle ki, dine yönelik dile getirilen birçok söylem maalesef toplumda ciddi karşılık bulmakta zorlanmaktadır. Hatta dini söylemlerin meşruiyet çerçevelerine dair kuşkuların yeni nesillerde arttığını da gözlemlemekteyiz.

Müslümanların insanları dinin ahlaki, sosyal, ibadi unsurlarına davetlerinin karşılık bulamamasının temeldeki sebeplerini de burada aramak gerekir. Bu gidişatın anomiyi derinleştirmesi kaçınılmazdır. Çünkü artık bizzat değer ifade eden kavramların kendisi anlamsızlaşmaya başlamıştır. İşte bu sebeple toplumu ortak değerler etrafında bütünleştirecek ahlaki bir çerçevede uzlaşılması zorunlu görünmektedir.