Din, Bilim ve Üniversite
Geçen gün “bilimin temeli
şüpheye dayanır, bir inancın (ideoloji diye de okuyabilirsiniz) mensubu o bilimi
yapamaz” mealinde bir yazı okumuştum. Yazı aslında üniversitelerin içerisinde
yere alan dini eğitim (farklı dinler olabilir) veren kurumlar ile ilgiliydi.
İddiayı biraz daha
genişleterek şu soruyu soralım: Bir araştırıcı, kendince aidiyet duyduğu bir
konuda (tarihi, ana dili, inancı vs) bilimsel araştırma yapabilir mi?
Bu konuda sosyal (ilahiyat ve hukukçu) ve fen bilimciler (mühendis ve sağlık) üzerine eğitim almış arkadaşlarımla (çoğunluğu akademisyen) konuyu değerlendirdim. Bu tartışmayı size özetleyeceğim:
Subjektif
görüşlerden arınmak
İlk olarak mühendis ve tıp fakültesinde akademisyenler ile değerlendirmemizden ilgili kısmı aktarayım: Mühendis kökenli birisi “İkisi birbirinden tabii ki farklıdır. Zaten ilahiyat fakültelerinin akademik mi, yoksa din adamı yetiştiren kurumlara mı dönüştürüleceği tartışması buradan çıkmıştı. Tabii burada araştırma yapacak kişi illa da ateist olacak diye bir şey yok, nitekim mühendislik okuyanların çoğunun inançlı olduğu gibi...” Bir başka mühendis kökenli akademisyen, “bir dindar, inancıyla ilgili konuda akademik çalışma yapamaz” düşüncesinde ve şunları ekliyor: “Sanırım dünyanın neresi olursa olsun, akademisyen de olsalar, özellikle sosyal konularda insanların bir konuyu incelerken kendi subjektif görüşlerinden arınmaları mümkün değil.”
Bilimin konusu
Sosyal bilimlere vukufiyeti ile bir entelektüel olarak
Uzman Dr. Hanifi Dağoğlu’nun, ifadeleri ise çok dikkat çekici: “Felsefe orjin
olarak din kökenlidir. Sokrates; ‘bize hikmet verilmedi, biz hikmeti sevenleriz
(filozof)’ sözü felsefenin ortaya çıkış biçimini ortaya koyar. Antik Yunanda
felsefe dili geliştikten sonra, bilgi alanı fizik ve metafizik alan olarak
ayrıldı. Bu anlamda teoloji tam olarak metafizik bir alandır. Kısaca ‘ölçüle bilineni
ölçme, ölçülemeyeni ölçülebilir hale getirme’ prensibinden doğdu. Sosyal
bilimler de ölçülemeyen alan olarak kabul ediliyorsa da, mümkün oldukça ölçülebilir
hale getirilmeye çalışılarak sosyal alan bilimi yapılır. Bu anlamda
tarih ideolojik yorum kabul edilir, bilim kabul edilmez. Çünkü özünde
spekülatif bir alandır. Bu perspektif ile düşündüğümüzde felsefe günümüzde
metafizik dışında uğraşı alanlarını yitirmiştir. Metafizik tam anlamıyla
felsefenin konusudur ve bilim olamaz. Felsefe-bilim ilişkisine gelince,
felsefe bilim için ancak bir hipotez olabilir. Eskatoloji (ahiret bilim) bu
guruptan sayılır ve spekülatiftir. Bundan dolayı yaşadığımız çağa ‘bilim çağı’
denir.
Bu grupta objektif olunamayacağı düşüncesi hakim.
Pozitivist bakış
İkinci olarak, ilahiyatçı ve hukukçular ile değerlendirmemizden
ilgili bazı kısımları aktarayım. Bir ilahiyat kökenli akademisyen “Bilim
pozitivist bakış açısıyla değerlendirilirse doğru bir tespit”. Bir
hocamız ise “Bu yaklaşım bilimsel bir yaklaşım olamaz. Evet, ilâhiyat kavramı
söz konusu bu metodları çağrıştırıyor, olabilir. O bakımdan adı "İslâmî İlimler" olsun diyenler de bulunmuştur. Ama
adının ne olduğu değil, içeriğinin, amaç ve müfredatının ne olduğu önemli.”
Tartışmada hukukçu bir dostumuz ise şüphe ile bilimsel
çalışmaya başlanabileceğini kabul etmekte ve bilimsel sorunlar konusunda
objektif olunabileceğini iddia etmekte.
Bu grupta hukukçulara bir itiraz var:
Hukukçular objektif değil ki! Bunu şu şekilde
açıklamakta: “Önemli kararlar hep oylamayla alınıyor ve üyeler dünya görüşlerine
göre oy kullanıyor. Ben bu durumu konferans veren Sami Selçuk’a sordum: Yargı
kararlarının oylama usulü alınması hukuka uygun mu?
Cevap özetle şu şekildeydi: “Bu yılın en güzel sorusu
bu oldu. Ancak vereceğim cevap güzel olmayacak. Oylama, hukuksuzluğun çözüme
kavuşturulmasıdır, çaresizliğin çaresidir.”
Sonuç olarak aynı soruya farklı cevaplar!
Baştaki soru galiba haklı, aidiyetiniz, dünya görüşünüz, bulunduğunuz mevzi objektif değerlendirmenize ket vuruyor.
Son söz: Kirpiye yavrusu pamukçuk gözükür.