Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
09 Ağustos 2023

Din anlayışı gerçekliğin neresinde?

Dinin insana bir ufuk açması gerekirken, insanlığın üzerinde bir prangaya dönüşmesi süreç içerisinde birçok bileşenler etrafında “din”e yüklenen anlam ve yorumlar çerçevesinde oluşmaktadır. Özellikle vahiy döneminden uzaklaştıkça, arada açılan zamansal ve kültürel mesafe dinin daha doğrusu dini anlayışların bir kilitlenme halini besleyebilmektedir. Özellikle bugün insanlığın en temel sorunları dururken, din adına tali konuların tartışma gündemine dahil olması bunun temel bir göstergesi gibi görünmektedir.

Basit bir şekilde başlayalım. İnsan(lık) dünyaya geldiği andan itibaren kendisinin ve çevresinin farkına varmak ister. Bu bağlamda kendisinin, çevresinin, eşyanın anlamı ve konumu üzerine düşünecektir. İnsan eşyaya isim vermek gibi bir yeteneğe sahiptir ve bunu hep kullanmaktadır. Fakat nereden geldiği, niçin yaşadığı ve ölümden sonraki hayata dair bilgileri kendisine din denilen bir “aşkın”dan gelecektir. Bu anlamda din insan için bir kılavuzluktur.

İnsan öncelikle kendisini sade bir tabiat içinde bulmuştur. Tabiatla uyum içinde yaşamak modern zamanlara kadar dinlerin de vurgusuyla temel şiardı. Hegel başta olmak üzere Batılı bazı düşünürler insan ve tarih söz konusu olduğunda doğa ve kültür ayrımı yapmaktadırlar. İnsanın ürettiği kültür bir müddet sonra kendisini ve çevresini dolayımlayarak baskılayıcı olmaktadır. Kültür bu bağlamda bir yandan dünyanın yeniden imarını sağlarken, diğer yandan insanla tabiat arasına giren bir yabancılaşma unsuru haline gelebilmektedir.

Bu anlamda insanın hem kendi tabiatına (fıtrat) hem de kendisini kuşatan tabiata sahip çıkması dinin bir gereğidir. Bugün dünyanın yaşadığı birçok olumsuzluklar büyük oranda bu tabiatlara sahip çıkamamaktan kaynaklanmaktadır. Dikkat edilirse, durmadan ürettiği kültüre odaklanarak hatta onu temel amaç bilerek insanın imar ettiği dünya ve şehirler, yabancılaşmasını artırmaktadır.

Tabiat ile dini birbiriyle yakından ilintilendirince, bazıları bunları dinle tamamen ilintisiz görmektedirler. İşte bu seküler bir zihniyet olup, dini sadece ibadetler, giyim kuşam tarzları vb. boyutlarına göndermede bulunarak tanımlarlar. Halbuki tam da bu noktada “Kitap”ın nüzul sürecine dikkat çekilmelidir. “Kitap”ın bütünü birden inmeyip temel ihtiyaçların göz önüne alınarak topluma bir öneri yapıldığı asla ihmal edilmemelidir. Bu anlamda “Kitap” kavramının kendisinin de bu toplumsallık ve tedricilik bağlamında yeniden düşünülmesini gerektirmektedir.

23 senede inzal olunan âyetler literatürde Mekki ve Medeni şeklinde taksim edilmektedir. Mekki dönemde inen âyetlere bakıldığında, insanın özgürlüğü, insan onuru, tarihi yapan aktör olarak insan, adil paylaşım başlıklarının vurgulandığı görülecektir. Aslında tüm peygamberlerin mesajlarında ortak olan tema budur. Paganizmin temel problemi, insanı varoluşundan kopararak kendisi içine çökertmesi, nesneleştirmesi, köleleştirerek adaletten uzaklaştırmasıdır.

Bugün küresel bir dünya devasa gücüyle ve dispozitifleriyle egemenliğini sürdürmektedir. Dünya ölçeğinde tüketim, borçlandırma vb. dispozitiflerle insan köleleşmekte; ulus aşırı güçlerin yeni denilen dünya tasavvurunun altında özne olmaktan çıkmakta ve onuru elinden alınmaktadır. Bauman’dan iktibasla, Birleşmiş Milletler Üniversitesi Dünya gelişim Ekonomisi Araştırma Enstitüsü verilerine göre 2000 yılında dünyanın en zengin %10’luk kesimi toplam malvarlığının % 85’ini elinde tutmaktadır.

İnsanın özneliği, tarihsel aktörlüğü elinden gidip köleleşirken, din adına yapılan tartışmaların içeriğine bakınca nasıl bir sonuç ortaya çıkmaktadır? Şu soruyu cevaplayalım; Dolaşımda olan din anlayışı yaşanılan gerçekliği ortaya mı çıkarıyor yoksa gerçekliğin üzerini mi örtüyor?