‘Din acıları dindiriyor’
Marx’ın “din halkların afyonudur” sözü çoğunlukla insan-din arasındaki ilişkiye dair negatifliği ifade etmek ve hatta biraz da Marx’ı eleştirmek için zikredilir. Marx burada dinlerin yanlış bir bilinç oluşturduğu, realitenin üzerini örttüğü ve bu bağlamda insanların acılarını dindirdiğini anlatmaya çalışmıştır.
Marx’ın sözü tam olarak şöyledir; “Din kalpsiz bir dünyanın kalbi, vicdansız bir dünyanın vicdanı; din halkların afyonudur.” Dolayısıyla “din halkların afyonudur” cümlesini önceleyen ifade, Marx açısından dinin nasıl bir işlev görebileceğini ya da görmesi gerektiğini anlatmaktadır. O da dinlerin vicdanları ve kalpleri uyandırmasıdır. Realiteyle karşı karşıya getirmesi, insanları “dogmatik uyku”larından uyandırarak onları diriltmesidir. Mağaranın dışına çıkmasını sağlayarak, gerçeklerle temas etmesini sağlamaktır.
Bu anlamda dinin pratikte ikili bir rolü olduğunu söyleyebiliriz. Bu rollerden birisi, insanları ve toplumları diriltici olması, diğeri de uyuşturması. Tam da bu sebeple Marx’ın sözleri dinin bu dünyada oynadığı bu ikili role dikkat çekmektedir aslında. Benzer bir yaklaşım Ali Şeriati’de de izlenebilir. Bir yandan Hz. Peygamber (SAV) islamı, diğer yandan Emevi İslamı derken bu farklara dikkat çekmektedir. Dinin bu ikili rolüne dair bazı analizleri daha önce İslam ve sol arasındaki ilişkileri analiz ederken anlatmıştım.
Dinin diriltici rolünden bahsedildiğinde insanlar bunu olumlarken, “afyon” kısmına gelindiğinde pek kabul etmiyorlar ve hemen itiraz ediyorlar. Halbuki bugün Müslüman toplumların büyük oranda manzarası dinin buralarda bir afyon olarak işlediğini bize göstermektedir. Peki bu durum, karşımıza hangi formlarda çıkıyor? Birincisi, din, özelde İslam, daha doğrusu İslam anlayışı yanlış bilinç oluşturduğu gibi, realitelerle karşı karşıya gelmemizi de engellemektedir. Zengin arap ülkeleri, seküler bir hayatın içine garkolmuşken dünya ile kurdukları temasın kaygılardan azade olması, dine yaklaşımları ve yaşam biçimlerinin de sadece onların içinde bulundukları acı durumu hafifletiyor olması bir ağrı kesici işlevi söz konusudur. Halklar üzerinde geliştirdikleri katarsis ve sağaltıcı işlemler, herkesin kendisini özellikle dinle ve dini söylemlerle iyi hissetmesini sağlamaktadır.
Diğer Müslüman toplumlarda da her alanda yaşanan başarısızlıklar, aslında başarısızlıktan da öte ilgisizlikler söz konusu. Özellikle Batı toplumları ile karşılaştırıldığında ekonomik farklılıklardan öte iş yapma biçiminden ilgi ve ciddiyete kadar birçok sorunlu durum var. Ama toplumlara bu açıklıklar ve gerçekleri hatırlamak acı verdiği için, telafi edici bir mekanizma olarak dini devreye sokuyorlar. Böylece din anlayışı, o realiteleri görünmez kılıyor ve insanlarda “iyi” olduklarına dair hisler uyandırıyor. İşte dinin ağrı kesici, ağrıları dindirici rolü tam da bu noktada belirginleşiyor.
Peygamberler kendi dönemlerinde insanlara dini tebliğ ettiklerinde toplumlar zaten ekonomik, sosyal, siyasal vb. varolan ilişki biçimlerini veri kabul ediyordu. Platon’un mağara benzetmesinde olduğu üzere, peygamberler onları mağaradan dışarı çıkararak gerçeklikle temasa getirmek istiyorlar. Dinin asıl rolü de, insanı realitelerle karşı karşıya getirmek ve gerçeklikle temas etmesini sağlamaktır.
Hastalıkları teşhis etmeden, bir organizmaya ağrı kesici verildiği taktirde teşhisin gecikmesi ve hastalığın ilerlemesi söz konusu olur. Bu sebeple Müslüman toplumların acil ihtiyacı, temel sorunlarını tespitle birlikte böyle sorunları olduğunu kabul etmesi yani gerçeklikle temas etmesidir.