Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
21 Ekim 2012

Dilruba'da Milat buluşması

Vakit akşamı kovalarken, Zeytinburnu Mithatpaşa tramvay durağındaki kalabalığa karışıp Eminönü Yarımadası'na doğru ilerliyoruz. Eminönü'nde inip, meşhur "balık-ekmek"çilerinin önünde mevsimine denk düşürüp palamudu kılçığı ile götürenleri yara yara iskeleye doğru koşuşturuyoruz. Sonra iskeleye yaklaşan Üsküdar vapurundakilerle yer devşirmek üzere kuyruğa giriyoruz. Onlar İstanbul'a biz Üsküdar'a. Neden Üsküdar? Anlatalım...

***

Şehir hatları vapuru, boğazın serin sularını yara yara, karşıdan gelenlere siren çala çala ilerlerken; simit, çay, ayran, gazoz satanların çığırtkanlıklarına kulak kabartanların, "birrrr çay" demelerini, sonra onu höpürdete höpürdete içmelerini izliyorsunuz. İşte Boğaz'ın ortasında başbaşayız; Allah, doğa ve biz. Her zaman olduğu gibi yine beraberiz. Kız Kulesi'ni teğet geçip, Üsküdar Şehir Hatları İskelesi'nin arkasındaki, Kanuni Sultan Süleyman'ın kızı Mihrimah Sultan Camii'ne(1548) takılıyor gözlerimiz. Mimar Sinan burada da, yapmış yine yapacağını; zarafet ve sadeliğin ihtişama dönüştüğü bu eser, yaklaştıkça adeta büyülüyor kendini farkedenleri. Vapurdan iskeleye ilk adım attığınızda iki şey geliyor hemen aklınıza. Birincisi; Avrupa Kıtası'ndan, Asya Kıtası'na geçtiğiniz. Yani kıtalar arası bir yolculuğun dinginliği sarıyor sizi. İkincisi ise; tersine fetih. Şöyle ki, Türkler Üsküdar'a, İstanbul fethedilmeden önce yerleşmiş. İstanbul'un hayaliyle burada yıllarca "ya İstanbul bizi alır, ya biz İstanbul'u" diye yanıp tutuşmuşlar. Kızmayın lütfen! İki şey dediysek sözün gelişi...

***

Üsküdar; tarihu00ee, sosyal yapısı ve kökleri derinlerde olan yapısıyla her döneme ışık tutan bizden bir belde. Burası farklı medeniyetlerden, farklı kültürlerden, farklı dinlerden ve farklı dillerden beslenen insanlara yüzyıllarca ev sahipliği yapmış, halen de yapmakta.

Kuzgun Baba... Nakkaş Baba... Yaşadığı döneme damgasını vuran en önemli kanaat önderlerinden Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri... O'nun ruhumuza işlediği sevgi kıvılcımları ise, hala bir kandil gibi gönlümüzü aydınlatmakta.

Yani Üsküdar'a ayak bastığınızda kendinizi gurbetten memleketine dönen biri gibi hissediyorsunuz. Sokaklarda, caddelerde, her yerde gördükleriniz size kendinizi hatırlatıyor. Yavaş yavaş sahilden yürürken; ayaklarınızın sizi Boğaz'ın mavi ve serin dalgaları eşliğinde nereye götürdüğünü kestiremiyorsunuz.

Betonların arasında, hasret kaldığınız üç-beş ağacın ormana dönüştüğü bir yeri gördüğünüzde ise sizi mıknatıs gibi çektiğini hissediyorsunuz. Paşalimanı'na ulaştığınızda tepeye doğru yükselen envau00ee çeşit renk cümbüşünün davetkarca sizi seyrettiğini farkediyorsunuz. Ve boğazın kenarında modernizmin kuşattığı/boğduğu, türünün son örnekleri cumbalı ahşap evlerin yanından bir koruya dalıyorsunuz. Tıpkı rahmetli Cemil Meriç gibi... Üstadın neden yerinde duramadığını, o ihtişamlı konağından dünyayı nasıl karış karış okuduğunu, biraz daha yerindelikle kavramaya çabalıyorsunuz.

***

Hele o meşe, defne, kestane, sakız ağacı, erguvan, ıhlamur, çam, sedir, at kestanesi, akdut, trabzon hurması, akasya, dişbudak, porsuk, yeşil kartopu ağaçlarının arasından, kıvrıla kıvrıla çıktığınız tepenin sizi yormayışına bir anlam veremiyorsunuz. Sanki hayranlıkla karışık bir efsunlanma hali.

Tepenin zirvesine doğru tırmanırken, zaman zaman terasvaru00ee mekanlarda soluklanmak için elinizi bir ağaca dayıyorsunuz. Karşınızda batmaya yüz tutan güneşin kızıllaşan ışıkları İstanbul'un üzerinde süzülürken, gözlerinizi denizin üzerinde kırılan ışık hüzmeleri değil de, 7 tepe kamaştırıyor. u00c2h bir de kendini bilmez, sonradan görme hoyrat kuleler olmasa!

***

7 tepesinde 7 kandiliyle; yaz kış, gece gündüz demeden ruhumuzu aydınlatan ve ısıtan İstanbul. Nice canı cananı, nice şair ve edibi cüş-u00fb huruşa getiren İstanbul. Seni uzaktan sevmeyi ne kadar da özlemişiz. Yanında boğulduğumuzu zannederken, bir adım ötende senden ayrılığın mahzunluğunu yaşıyoruz. Aramızdaki serin sular, senin nu00fbrdan kokunu almamıza engelmiş meğer. Anladık... Anladık ki, seni hissetmek, ancak seninle olmakla mümkün. Başkası yalan...

Say deseler sevdiğin şehirleri, gözlerim sende kilitli; "Mekke, Medine, Kudüs ve Sen" derim. Evet dünyada o kadar belde varken Sen. Sen, müjdeli bir şehirsin. Sen, uhrevu00ee bir beldesin. Sen, güzelliği ve endamı ile semalara yükselen; yayından çıkmış ok gibisin. Değdikçe sarmalayan, eteğine tutunanı emzirip kucaklayan. Sen, sana meydan okuyan heyulalara dahi kendini hayran bırakansın. Kötülükleri güzelliğinle örtensin. Çünkü sen üzerinde çağların kapanıp, çağların açıldığı muhteşem bir Medeniyetsin.

Bizden önce kaç kişinin aklını başından aldın bilmeyiz amma, aklımızı başımızdan aldın! Sensizlik çölünde bizi yapayalnız bıraktın. Oysa kaybolduğumuz envau00ee çeşit ağaç, çiçek ve börtü-böceğin ortasında öylesine yürüyorduk. Boş, anlamsız, kararsız ve bunca güzelliğe duyarsız. İyi ki, tekrar fark ettirdin kendini bizlere, ey güzeller güzeli İstanbul. Seni bir kez daha öğrendik. Seni bir kez daha kavradık. Sevincimizin öncesinde; cahilliğimizden, çok ama çok utandık.

***

Şimdi yürüyoruz... Sultantepe'ye... Zirveye... Artık ayaklarımız değil, beynimiz hükmediyor ayaklarımıza. Ve açılıyoruz, meltem rüzgarlarının dinginliğinde sınırı olmayan bir hayale... Bu tepeden seyrettiğimiz, bildiğimizi daha güzel hatırlatan ve anlatan, keşfiyle beyinleri dumura uğratan yeni bir İstanbul. Daha önce hiç görmediğimiz. Hayaline eremediğimiz...

Evet burası, tarihu00ee Üsküdar Fethi Paşa Korusu. Bu koru adını, Mahmut (1808-1839) ve Abdülmecid (1839-1861) döneminde Tophane Müşiri olan Damat Fethi Ahmet Paşa'dan almış. Daha sonra veraset yoluyla Damat Fethi Ahmet Paşa'nın torunu avukat Şevket Mocan'a intikal etmiş. Ve bugün... İstanbul Büyükşehir Belediyesi bu alanın büyük bir bölümünü (26 hektarlık korunun yaklaşık 16 hektarı) kamulaştırarak (BELTUR) Büyük İstanbul Eğitim Turizm ve Sağlık Yatırımları İşletme ve Tic. A.Ş. kanalıyla halkın hizmetine sunmuş. Oturup etrafı temaşaya hazırlandığımız yer ise korunun en yüksek terası; Dilruba Restaurant...

***

Yanımızda Marmara, önümüzde Karadeniz'e açılan kapı. Burası, ruhumuzda nelerin eksildiğini muhasebe etme, onlarca insanın içinde inzivaya çekilme yeri. Batan güneşin ağaç yapraklarını yalayarak, kaybolmasıyla birlikte, o hareketli görüntüsüyle insanı yoran caddeler, denizdeki gemiler birden bire sakinleşiyor. Her şey belirginliğini bir kenara bırakıp ağır çekimde silüetleşiyor. Boğazın mavi suları birden bire, ucu bucağı olmayan bir halıya dönüşüyor. Bir başında sararmış buğday sarısı deseni, öteki ucunda ise renk cümbüşüne bezenmiş el emeği, göz nu00fbrundan daha farklı bir desen.

Hele de biraz ileride göz kamaştıran o gerdan... Gelinlik çağına gelmiş nazlı bir kızı andıran İstanbul'un boynuna takılmış, göz kamaştıran yakut taşlarıyla bütün nazarları üzerine toplamış. Genç kızların hangisi böyle bir gerdanı boynuna takmayı hayal etmez ki? İstisnasızı. Evet, bu sorunun cevabında istisna yok.

İşte boğazın gerdanlığı karşımızda. Bütün sesler kesildi, sadece rahatsız etmeyen bir fokurtu. Bu fokurtu belki Sinan'ın, Süleymaniye'yi inşaa ederken geceleri bu mekanın ortasında akustiği yakalamak için çektiği nargilenin fokurtusuna benzemiyor amma, yine de huzur veriyor.

Gece... Gece bütün kötülükleri örtüyor adeta. Ortada insanı sadece hayran bırakan bir güzellik. Boğazın Gerdanı... Gerçekle efsane arası bir şey... Gerdan güzel değil de sanki, gerdanı güzel kılan İstanbul. Çünkü aslolan gerdan değil, gerdanın takıldığıdır. Burada gerdanı takan ise güzeller güzeli İstanbul.

Evet, cuş-u huruşa erme vakti. Hafif hafif esen meltem rüzgarları, Peygamber müjdesinin banisi Fatih'in vasiyetini kulağınıza fısıldıyor sanki. Yaprakların hışırtısı, kuşların giderek azalan cıvıltısı... Ve gerdanda yanıp sönen binlerce ateş böceği parıltısı. Evet nedense sadece gerdanın büyüsüne takıldık. Oysa hikayesi olan o kadar çok silüet vardı ki, karşımızda. Beylerbeyi, Çamlıca, Boğaziçi Üniversitesi'nin altında esaret yaşayan özgürlük abidesi Rumeli Hisarı, Kuleli, Anadolu Hisarı...

*****

Bu güzellikleri paylaşırken, gelmek istediğim asıl nokta en sona kaldı. Aslında bu duyguların dile gelmesine vesile olan, her zaman bir arada olan "Milat Ailesi"nin farklı bir mekanda buluşmasıydı. Zamanın su gibi akıp gittiği hayatımızda okuyucusuyla bundan tam bir yıl önce buluşan gazetemizin doğumunun ardından, emekleme devresini koşaradımlara dönüştürmesinin hikayesi paylaşıldı. Misafiri olmayan bu buluşmada herkes ev sahipliğinin farkında olarak, "Yeni Türkiye'nin Geleceği"ne dair umutlarını aktardı. Gece karanlığın koynuna girerken; Milat'ın ışık saçan neferleri "Sizin en hayırlınız insanlara en faydalı olanınızdır" düsturu gereği tekrar buluşmak üzere dörtbir yöne dağıldılar. Daha huzurlu, daha umutlu günlerde buluşmak üzere...