Dilber, evin barkın yok mu?
Yılmaz Erdoğan’ın “İnci Taneleri” Dizisi, yapılan onca reklam ve propagandaya rağmen benim için bir hayal kırıklığı oldu.
Fragmanlarının, piyasayı
rüzgar gibi kasıp kavurmasına rağmen dizi, her açıdan eleştirilere açık.
Diziye gelmeden önce
pavyon dansıyla Dilber’in elbisesi ana malzemeleri üzerinden orantısız ve post
truth reklam çalışmasına değinmemiz her şeyden önce kronolojik bir zorunluluk.
Pavyon dansı ve Dilber’in
elbisesinin dolaşıma sokulmasıyla birlikte neredeyse eş zamanlı açılan kurs,
piyasaya sürülen elbise, diziden önce diziden daha çok öne çıkmayı başardı.
Hatta bu başarı o kadar
hızlı yaşanmıştı ki ortaya çıkan zafer ışıltısından hepimizin gözleri kamaştı!
Yine de gözlerimizi bu
ışıktan birazcık kaçırmayı başardığımız zaman bazı ünlemlerle karşılaşıyoruz.
Sözgelimi dans kursunun
hemen, nerede, nasıl açıldığı, ne şekilde ilan edilip hepsi genç, güzel, dansa
yetenekli, düzgün vücutlu kursiyerlerin bulunup hepsinin de jet hızıyla bu
dansı profesyonelce yapacak yetkinliğe ulaştığı aklımızı kurcalamaya başlıyor!
Her biri model
görüntüsünde ve aylardır pavyon dansı yapıyormuş intibaı uyandıran bu kadınlar -Allah
vergisi özel bir yeteneğe sahip olmalılar ki- bu kadarcık sürede profesyonel
pavyon dansçısı imajı oluşturabiliyor!
Kursa katılanların
koordinasyonundaki estetik ve mükemmellik bile kursiyerlerin insanüstü dans
becerilerine sahip olduğunu hemen gösteriyor(!)
Elbisenin de piyasaya
hemen girip satış rekorları kırması dansçı kursiyer vatandaşlar kadar olmasa da
oldukça başarılı kabul edilebilir!
Kırmızı elbise neredeyse,
bir anda, tüm zamanların en çok satan, tercih edilen kıyafeti ünvanına sahip
oldu. Hâl böyle olunca da ben de merakıma yenik düşüp satış sitesine göz attım.
Karşılaştığım tablo,
kıyafeti satın almaktan çok bir PR ürünü olduğu algısı oluşturan müşteriler ve
firma arasındaki nüktedan, esprili, göndermeler yapan soru-cevaplar, yazışmalar
oldu.
Neden bilmiyorum ama (!) gerek
dans kursunun bir günde mucizevi bir şekilde (nereden toplandıklarını
öğrenemediğim) kursiyerlerin usta öğretici ünvanıyla mezun olacak seviyeye
gelmeleri gerekse elbisenin popülaritesi içimdeki hüsnü kuruntuyu besledi.
Ben de tüm kalbimle konunun,
postmodern pazarlama ve PR çalışmalarının başarılı bir örneği olarak iletişim
sistemi içerisinde hak ettiği yeri alması gerektiği inancımla bu zaferi
onurlandırıyorum!
Klasik ve denenmiş yollar
yerine gittikçe tercih edilen -bir tür- ürün yerleştirme reklamlarına benzer,
kitleleri doğal ve sürecin kendiliğinden geliştiğine inandırarak benimsetme sistemi
iyice başarılı olmuş görünüyor.
Kitleler her zaman
spontane gerçekleştiğini zannettiği doneleri benimser. Nitekim bu örnekte de
aynı duruma tanıklık ediyoruz.
Olabilir, ben de durumu abartıp
yoğun bir suizan örneği sergilemiş olabilirim(!)
Eğer durum bundan
ibaretse her şey gözlerimizin önünde sürece yayılarak kendiliğinden geliştiyse ben
de ortadaki başarıyı avuç içlerim kanayıncaya kadar alkışlamış olayım; sizler
de kabul buyrunuz lütfen!
Tüm bunlara bir virgül
ekleyip diziye gelecek olursam hem kurgu hem içerik olarak pek de başarılı
bulduğumu söyleyemeyeceğim.
Dizinin birkaç
sahnesindeki estetik görüntü beni kısa bir süre için heyecanlandırmış olsa da sonraki
sıradanlık hevesimi söndürdü. Eski Türk Filmlerini anımsatan kurgusu, dramatik
müzikleri ve her şeyden önemlisi Ağrı Dağı kadar ağır temposu uzun diziyi
oldukça sıkıcı yapıyor.
Olay örgüsü o kadar
sıradan ki sanki daha önce izlediğimiz filmlerin dünyasından hatırlatmalar
yapan bir başlangıç hissiyatı veriyor!
Karakterlerin isimlerinin
yaygın olmamakla birlikte kimlikleriyle ilgili göndermeler yapması ise yazarın
izleyiciye verdiği bir mesaj olmuş.
İyice yaşlı, göbeği önden
yürüyen, bembeyaz saçlarıyla Azem, Yılmaz Erdoğan hayranlarını üzecek kadar ihtiyar
görünüyor düşüncesindeyim.
Cezaevinden çıkarken iki
siyah poşete doldurduğu dünyası, edebiyat öğretmenliği hüviyetinin verdiği “Hoca”
unvanı ve bunun bir şekilde dahil olduğu pavyon çevresinde oluşturduğu itibar,
dizinin belki de en faydalı mesajı olmuş.
Hocanın saygınlığı dizi
içerisinde yaygınlaşır ve özel ders verdiği zengin aileye doğru yayılır. Gidişattan
anladığımız buradaki saygınlığı zaman içerisinde daha da tırmanacak, aile
içindeki etkinliği de artacaktır.
Edebiyat öğretmeni
karakterinin diğer kimlikler üzerinden verdiği mesajlar toplumsal yozlaşmaya
işaret etmesi bakımından doğru olsa da bir dizi için sıkıcı ve didaktik unsur
oluşturuyor.
Yaygın kurgu olarak
dizinin baş karakterleri arasında vuku bulması gereken aşkın olanca
uyumsuzluğuna rağmen ilk bölümde yaşanması izleyiciyi diziye bağlamak için
düşünülmüşse de oturmamış. Çok eğreti durmuş.
Hem iki karakter arasında
böylesi bir bağın oluşması için gerekli süre ve paylaşımın olmaması olay örgüsü
açısından büyük bir handikap.
Bu özellikte iki insanın aşık
olması için süreç, duygusal ve fiziksel paylaşım gibi unsurlara ihtiyaç
duyulur. Dizide aniden ortaya çıkan aşk itirafı yazarın, karakterden çok gerçek
kimliğini besleme kaygısı olarak yorumlanabilir. Dilber’in aşk itirafı sonrası
gelen birlikte ev tutup yaşama talebi de izleyicinin hayal gücünü biraz
sınıyor.
Pavyon kızı Dilber’in
evliliği, kabadayı kocasına rağmen bu işe devam ediyor olması senaryonun diğer
zayıflıklarını oluşturuyor. Bölüm finalinde Azem’i döven kabadayının, pavyonda
çalışan karısına/Dilber’e erişimindeki zorluk da ayrı bir çelişki!
Dizinin sadece ilk bölümü
üzerine kurgusal zayıflıkları genel hatlarıyla bu şekilde söylemiş olayım.
Orta kalite, eski Türk
filmi unsurlarıyla oluşturulmuş senaryoyu oldukça zayıf buldum.
Dizinin en güçlü yönü ise
oyuncuları. Karakterler, rollerini yansıtmakta başarılı. Bununla birlikte yeni
bölümleri izlemeyi düşünmüyorum. Dizinin insanlara söylediği yeni bir şey yok.
En azından şimdilik böyle bir iddia göremedim.
Öte yandan dizide verilen kimi mesajlar
oldukça cinsiyetçi. Yazarın aklı karışmış! Geleneksel toplumsal zihniyet,
karakterler üzerinden aktarılmış.
Pavyonda çalışan kadınlar
için yapılan güzelleme veya bir tür savunu girişimi, bu kodlardaki iç içe
geçmişlik durumuyla toplumsal doğmaları dillendirmiş. “Buradaki kadınlar buraya
temiz girip temiz çıkar!” ifadesiyle pavyon kadınlığını masumlaştırma teşebbüsü,
toplumsal cinsiyetçi yaklaşımı pekiştirmekten başka bir işe yaramamış. Kadın
bedeni metalaştıran pavyonda verilen hizmeti temiz, bir aşama sonrasını kirli
görmek de ayrı bir paradoks olmuş. Temiz ve kirli nedir, neye, kime, kimin
bakış açısına göre belirlenir üzerine çok konuşulabilir…
Yine arkeoloji öğrencisi
karakterin, pavyonlar için müşteri profilinin değiştiğini artık beyaz
yakalıların geldiğini söyleyerek yaptığı pavyon güzellemesi de bir tür reklam
çalışması, algı yönetimi tezahürü gibi sırıtmış.
Dizi, zamanla içerik
değiştirerek farklı mesajlar vermeye evrilir mi bilemem. Tüm kurgusunu bir
pavyon kadını üzerinden oluşturan yapımın radikal bir dönüşüm yaşaması pek
beklenir bir durum değildir. Karakterler, kullanılan dil, verilen mesajlar
üzerinden bir değişik ise kamuoyu tepkilerine göre şekillenecektir diye
düşünüyorum.
Dizinin şu ana kadarki
yansıması pavyonlara, pavyonda çalışan kadınlara iade-i itibar seviyesinden
ileri gitmedi. Süreci ise hep birlikte izleyeceğiz.
Pavyon kadını
güzellemesine toplumun tepkisizliğine karşılık Şarkıcı Mehtap Yılmaz’ın
haykırışı yeterince kuvvetliydi!
Bir süre pavyonda
çalışmış olan Mehtap Yılmaz, “Dayak yiyenler, senet imzalatılanlar, bunları siz
bilmezsiniz! Bunların hepsini alacaksın, bir pavyona koyacaksın. Bunlar burada
on beş gün dansçı olarak masa masa gezecekler. O hayatın gerçek yüzünü
görecekler, sonra da “Bizi kurtarın!” Diye yalvaracaklar! Size anlatılan gibi
bir hayat yok oralarda. Ailenizden, işinizden, hayatınızdan, canınızdan
olursunuz. Siz kadın bedenini sermaye yapmaya çalışıyorsunuz!” Diye isyan etti.
Dizi sonrası fiyatları
iki kat artan pavyonlar, pavyon kadını güzellemesi yapan yayınlar üzerinden bu
dizinin hangi gerçekliğe işaret edip neye hizmet ettiği tartışılabilir.
Her edebi ve sanatsal
eser toplumsal gerçekliğe ayna tutma vazifesini görür, bunda yadsınacak bir
durum yok. Buradaki nüans, yansıtma sırasında zararlı ve kötü kabul edilenin teşvik
edilmemesi, özendirmekten kaçınılmasıdır. Aynalamada elbette bir sorun ve sıkıntı
yoktur.
İnci tanelerinde hepimizin
gördüğü, Yılmaz Erdoğan’ın, kendi çıtasının çok altında kaldığı ve kapitalizmin
azgın iştihasına yeni materyaller hediye etmesi olmuştur! Bundan fazlası ya da
başkası değildir…
Twitter.com/sabihadogann