Dolar (USD)
34.32
Euro (EUR)
36.29
Gram Altın
2833.66
BIST 100
9420.42
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
05 Şubat 2024

​Dilber, evin barkın yok mu?

Yılmaz Erdoğan’ın “İnci Taneleri” Dizisi, yapılan onca reklam ve propagandaya rağmen benim için bir hayal kırıklığı oldu.

Fragmanlarının, piyasayı rüzgar gibi kasıp kavurmasına rağmen dizi, her açıdan eleştirilere açık.

Diziye gelmeden önce pavyon dansıyla Dilber’in elbisesi ana malzemeleri üzerinden orantısız ve post truth reklam çalışmasına değinmemiz her şeyden önce kronolojik bir zorunluluk.

Pavyon dansı ve Dilber’in elbisesinin dolaşıma sokulmasıyla birlikte neredeyse eş zamanlı açılan kurs, piyasaya sürülen elbise, diziden önce diziden daha çok öne çıkmayı başardı.

Hatta bu başarı o kadar hızlı yaşanmıştı ki ortaya çıkan zafer ışıltısından hepimizin gözleri kamaştı!

Yine de gözlerimizi bu ışıktan birazcık kaçırmayı başardığımız zaman bazı ünlemlerle karşılaşıyoruz.

Sözgelimi dans kursunun hemen, nerede, nasıl açıldığı, ne şekilde ilan edilip hepsi genç, güzel, dansa yetenekli, düzgün vücutlu kursiyerlerin bulunup hepsinin de jet hızıyla bu dansı profesyonelce yapacak yetkinliğe ulaştığı aklımızı kurcalamaya başlıyor!

Her biri model görüntüsünde ve aylardır pavyon dansı yapıyormuş intibaı uyandıran bu kadınlar -Allah vergisi özel bir yeteneğe sahip olmalılar ki- bu kadarcık sürede profesyonel pavyon dansçısı imajı oluşturabiliyor!

Kursa katılanların koordinasyonundaki estetik ve mükemmellik bile kursiyerlerin insanüstü dans becerilerine sahip olduğunu hemen gösteriyor(!)

Elbisenin de piyasaya hemen girip satış rekorları kırması dansçı kursiyer vatandaşlar kadar olmasa da oldukça başarılı kabul edilebilir!

Kırmızı elbise neredeyse, bir anda, tüm zamanların en çok satan, tercih edilen kıyafeti ünvanına sahip oldu. Hâl böyle olunca da ben de merakıma yenik düşüp satış sitesine göz attım.

Karşılaştığım tablo, kıyafeti satın almaktan çok bir PR ürünü olduğu algısı oluşturan müşteriler ve firma arasındaki nüktedan, esprili, göndermeler yapan soru-cevaplar, yazışmalar oldu.

Neden bilmiyorum ama (!) gerek dans kursunun bir günde mucizevi bir şekilde (nereden toplandıklarını öğrenemediğim) kursiyerlerin usta öğretici ünvanıyla mezun olacak seviyeye gelmeleri gerekse elbisenin popülaritesi içimdeki hüsnü kuruntuyu besledi.

Ben de tüm kalbimle konunun, postmodern pazarlama ve PR çalışmalarının başarılı bir örneği olarak iletişim sistemi içerisinde hak ettiği yeri alması gerektiği inancımla bu zaferi onurlandırıyorum!

Klasik ve denenmiş yollar yerine gittikçe tercih edilen -bir tür- ürün yerleştirme reklamlarına benzer, kitleleri doğal ve sürecin kendiliğinden geliştiğine inandırarak benimsetme sistemi iyice başarılı olmuş görünüyor.

Kitleler her zaman spontane gerçekleştiğini zannettiği doneleri benimser. Nitekim bu örnekte de aynı duruma tanıklık ediyoruz.

Olabilir, ben de durumu abartıp yoğun bir suizan örneği sergilemiş olabilirim(!)

Eğer durum bundan ibaretse her şey gözlerimizin önünde sürece yayılarak kendiliğinden geliştiyse ben de ortadaki başarıyı avuç içlerim kanayıncaya kadar alkışlamış olayım; sizler de kabul buyrunuz lütfen!

Tüm bunlara bir virgül ekleyip diziye gelecek olursam hem kurgu hem içerik olarak pek de başarılı bulduğumu söyleyemeyeceğim.

Dizinin birkaç sahnesindeki estetik görüntü beni kısa bir süre için heyecanlandırmış olsa da sonraki sıradanlık hevesimi söndürdü. Eski Türk Filmlerini anımsatan kurgusu, dramatik müzikleri ve her şeyden önemlisi Ağrı Dağı kadar ağır temposu uzun diziyi oldukça sıkıcı yapıyor.

Olay örgüsü o kadar sıradan ki sanki daha önce izlediğimiz filmlerin dünyasından hatırlatmalar yapan bir başlangıç hissiyatı veriyor!

Karakterlerin isimlerinin yaygın olmamakla birlikte kimlikleriyle ilgili göndermeler yapması ise yazarın izleyiciye verdiği bir mesaj olmuş.

İyice yaşlı, göbeği önden yürüyen, bembeyaz saçlarıyla Azem, Yılmaz Erdoğan hayranlarını üzecek kadar ihtiyar görünüyor düşüncesindeyim.

Cezaevinden çıkarken iki siyah poşete doldurduğu dünyası, edebiyat öğretmenliği hüviyetinin verdiği “Hoca” unvanı ve bunun bir şekilde dahil olduğu pavyon çevresinde oluşturduğu itibar, dizinin belki de en faydalı mesajı olmuş.

Hocanın saygınlığı dizi içerisinde yaygınlaşır ve özel ders verdiği zengin aileye doğru yayılır. Gidişattan anladığımız buradaki saygınlığı zaman içerisinde daha da tırmanacak, aile içindeki etkinliği de artacaktır.

Edebiyat öğretmeni karakterinin diğer kimlikler üzerinden verdiği mesajlar toplumsal yozlaşmaya işaret etmesi bakımından doğru olsa da bir dizi için sıkıcı ve didaktik unsur oluşturuyor.

Yaygın kurgu olarak dizinin baş karakterleri arasında vuku bulması gereken aşkın olanca uyumsuzluğuna rağmen ilk bölümde yaşanması izleyiciyi diziye bağlamak için düşünülmüşse de oturmamış. Çok eğreti durmuş.

Hem iki karakter arasında böylesi bir bağın oluşması için gerekli süre ve paylaşımın olmaması olay örgüsü açısından büyük bir handikap.

Bu özellikte iki insanın aşık olması için süreç, duygusal ve fiziksel paylaşım gibi unsurlara ihtiyaç duyulur. Dizide aniden ortaya çıkan aşk itirafı yazarın, karakterden çok gerçek kimliğini besleme kaygısı olarak yorumlanabilir. Dilber’in aşk itirafı sonrası gelen birlikte ev tutup yaşama talebi de izleyicinin hayal gücünü biraz sınıyor.

Pavyon kızı Dilber’in evliliği, kabadayı kocasına rağmen bu işe devam ediyor olması senaryonun diğer zayıflıklarını oluşturuyor. Bölüm finalinde Azem’i döven kabadayının, pavyonda çalışan karısına/Dilber’e erişimindeki zorluk da ayrı bir çelişki!

Dizinin sadece ilk bölümü üzerine kurgusal zayıflıkları genel hatlarıyla bu şekilde söylemiş olayım.

Orta kalite, eski Türk filmi unsurlarıyla oluşturulmuş senaryoyu oldukça zayıf buldum.

Dizinin en güçlü yönü ise oyuncuları. Karakterler, rollerini yansıtmakta başarılı. Bununla birlikte yeni bölümleri izlemeyi düşünmüyorum. Dizinin insanlara söylediği yeni bir şey yok. En azından şimdilik böyle bir iddia göremedim.

Öte yandan dizide verilen kimi mesajlar oldukça cinsiyetçi. Yazarın aklı karışmış! Geleneksel toplumsal zihniyet, karakterler üzerinden aktarılmış.

Pavyonda çalışan kadınlar için yapılan güzelleme veya bir tür savunu girişimi, bu kodlardaki iç içe geçmişlik durumuyla toplumsal doğmaları dillendirmiş. “Buradaki kadınlar buraya temiz girip temiz çıkar!” ifadesiyle pavyon kadınlığını masumlaştırma teşebbüsü, toplumsal cinsiyetçi yaklaşımı pekiştirmekten başka bir işe yaramamış. Kadın bedeni metalaştıran pavyonda verilen hizmeti temiz, bir aşama sonrasını kirli görmek de ayrı bir paradoks olmuş. Temiz ve kirli nedir, neye, kime, kimin bakış açısına göre belirlenir üzerine çok konuşulabilir…

Yine arkeoloji öğrencisi karakterin, pavyonlar için müşteri profilinin değiştiğini artık beyaz yakalıların geldiğini söyleyerek yaptığı pavyon güzellemesi de bir tür reklam çalışması, algı yönetimi tezahürü gibi sırıtmış.

Dizi, zamanla içerik değiştirerek farklı mesajlar vermeye evrilir mi bilemem. Tüm kurgusunu bir pavyon kadını üzerinden oluşturan yapımın radikal bir dönüşüm yaşaması pek beklenir bir durum değildir. Karakterler, kullanılan dil, verilen mesajlar üzerinden bir değişik ise kamuoyu tepkilerine göre şekillenecektir diye düşünüyorum.

Dizinin şu ana kadarki yansıması pavyonlara, pavyonda çalışan kadınlara iade-i itibar seviyesinden ileri gitmedi. Süreci ise hep birlikte izleyeceğiz.

Pavyon kadını güzellemesine toplumun tepkisizliğine karşılık Şarkıcı Mehtap Yılmaz’ın haykırışı yeterince kuvvetliydi!

Bir süre pavyonda çalışmış olan Mehtap Yılmaz, “Dayak yiyenler, senet imzalatılanlar, bunları siz bilmezsiniz! Bunların hepsini alacaksın, bir pavyona koyacaksın. Bunlar burada on beş gün dansçı olarak masa masa gezecekler. O hayatın gerçek yüzünü görecekler, sonra da “Bizi kurtarın!” Diye yalvaracaklar! Size anlatılan gibi bir hayat yok oralarda. Ailenizden, işinizden, hayatınızdan, canınızdan olursunuz. Siz kadın bedenini sermaye yapmaya çalışıyorsunuz!” Diye isyan etti.

Dizi sonrası fiyatları iki kat artan pavyonlar, pavyon kadını güzellemesi yapan yayınlar üzerinden bu dizinin hangi gerçekliğe işaret edip neye hizmet ettiği tartışılabilir.

Her edebi ve sanatsal eser toplumsal gerçekliğe ayna tutma vazifesini görür, bunda yadsınacak bir durum yok. Buradaki nüans, yansıtma sırasında zararlı ve kötü kabul edilenin teşvik edilmemesi, özendirmekten kaçınılmasıdır. Aynalamada elbette bir sorun ve sıkıntı yoktur.

İnci tanelerinde hepimizin gördüğü, Yılmaz Erdoğan’ın, kendi çıtasının çok altında kaldığı ve kapitalizmin azgın iştihasına yeni materyaller hediye etmesi olmuştur! Bundan fazlası ya da başkası değildir…

Twitter.com/sabihadogann