Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
18 Ocak 2024

Dil Yarası, Dil Yarası!..

Vakti zamanında, dilimi tutamamaktan dolayı, niyetim iyi olsa da nice kalpler kırmışlığım vardır.

Aklıma gelenleri arayıp, “helâllik”istiyorum.

İki Cihan Serveri Peygamber Efendimiz, “Yâ Resûlallah! Bana tavsiyelerini arttır!” diyen Mübarek Vali’ye…

“İnsanlara güzel ahlâk ile muamelede bulun!” buyuruyor…

Vali ile beraberinde gönderdiği bir başka Mübarek Zat’a tavsiyesi ise şu oluyor:

“Kolaylaştınız! Zorlaştırmayınız! Müjdeleyiniz nefret ettirmeyiniz. Birbirinizle iyi anlaşın, iyi geçinin, ihtilâfa düşmeyin!”

Dil meselesi.

“Dudaktan kalbe giden bir yol var ki, saygı ve sevgidenmiş.”

Biz saygıyı da öldürdük, sevgiyi de!

Son misal:

Bu hayat şartlarında sadece yüzde beş oranında ilave maaş zammı yapılmasından ve kesimlerin gelirleri arasındaki uçurumun iyice artmasından dolayı “hayal kırıklıklarını” dile getiren emeklilerimize öyle hakaretler edildi ki..

“Eyvahlar olsun!” dedim; “Biz ne zaman ve nasıl bu hale geldik!”

Hani, isimsiz hesapları saymıyorum, her taraf trol dolu malûm…

Ne yazık ki,

Ciddiye alınmaları, “emsal” olmaları gereken nice hesap sahibi, maalesef çok kırıcı ifadeler kullandı.

Memlekete bağlılıklarını, vatan sevgilerini her vesileyle ispat etmiş, vatanını müdafaa için bedel ödemeyi göze almış, ödemiş bu insanlara tepeden bakışlar, onları birer asalak olarak görüşler, “vatanseverlik” dersi vermeye cür’et edişler!..

Bu mudur yani, bu insanları böyle mi çekeceksiniz yanınıza?

İterek mi çekeceksiniz?

Hakaret ederek mi?

Dalga geçerek mi?

“Hain”e kadar varan ithamlarda bulunarak mı?

Yok, bu tavır tavır değil.

Böyle yapanlar nereye destek verdiklerini zannediyorlarsa, en büyük zararı oraya veriyorlar.

Ülkemize veriyorlar!..

Sadece sosyal medyada değil, her yerde hoyratlık havası var.

İnsanlar birbirlerini acımasızca suçluyor!

Biz ne zaman ve nasıl bu hale geldik?

Kavramlarımız, değerlerimiz nasıl oldu da bu kadar aşındı?

Ne demişler;

İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına!

Bizler, anneler babalar olarak, öğretmenler-yazarlar çizerler olarak çocuklarımıza ne verdik ki, ne almayı umuyoruz?

Aman yüksek puan tuttursun, aman iyi bir yeri kazansın, aman mezun olduktan sonra iyi para kazansın…

Hep, maddi dünyalarına hitap ettik.

Çocuklarımızı birer “başarı” makinesi, “yarış atı” olarak gördük.

Kendi yapamadıklarımızı onlardan bekledik, gerçekleştiremediğimiz hayalleri onların sırtına yükledik.

Kendimizi eğitmedik; hal ilminden uzakta kaldık, “politikaya” daldık…

İnsan ilişkilerinde “insanı” değil de, makamı, serveti öne aldık.

Maddiyattan bir dünya kurduk, vicdanımızı rahatlatmak için de üzerine “maneviyat” sosu döktük!..

Çocuklara, gençlere güzel rol modeller olamadık.

Bir de ikide bir eleştirdik, her birimiz birer “yargıç” olduk, habire yargıladık!

Gençlerimize de “Sen bilmezsin, çünkü bizim zamanımızda yaşamadın!” diyerek tepeden baktık.

Öyle ya, biz her şeyi çok iyi biliyoruz!

Birer bilinç abidesiyiz!

Hem zaten, bir zamanlar da birer kahramandık!

Biz gençlerimizi dünü bilmezlikle suçladık, evet…

Bunu söylerken de, Merhum Sultan Abdülhamit Han Dönemi’nden misaller vermeyi ihmal etmedik, sanki o günleri bizzat yaşamışız gibi!..

Velhasılı;

Ne ekersen onu biçersin!

Bugünü beğenmiyorsan, dön de aynaya bak!

Etki, tepki meselesi…

Bir öğretmen, öğrencilerin derse karşı ilgisiz olmasından şikâyet ediyorsa, dönsün de bir zahmet aynaya baksın.

Hiç yoklama almadığı halde derslerine mutlaka girdiğimiz hocalarımız da vardı, sıkı sıkı yoklama aldırdığı için “zoraki” girdiğimiz hocalarımız da…

Bebekleri, çocukları, gençleri suçlamakla elimize ne geçecek?

Gencimizi, yaşlımızı yıpratarak…

“Empati”yi aklımızın ucundan bile geçirmeyerek, varacağımız yer neresi?

Milyonlarca üniversitelimizin olmasıyla övünüyoruz…

Peki, üniversitelerimizin “bilimsel bilgi üretim” düzeyiyle övünebiliyor muyuz?

Hukukçularımız, hukuk eğitiminden memnun mu?

Mühendislerimiz, mühendislik eğitiminden memnun mu?

İlahiyatçılarımız, ilahiyat eğitiminden memnun mu?

Ben meslekte 37 yılı devirmiş bir gazeteci olarak söyleyeyim;

“iletişim fakültelerinden!” hiç memnun değilim.

Gençler, okuldan neredeyse sıfır bilgi ile geliyorlar.

Üniversitede dört senede öğrendiklerinin elli katını bizden 3 ayda alıyorlar.

Üç aylık “hızlandırılmış mesleki eğitimin” sonunda da,

“Yıllarımızı boşuna harcamışız, Açık Öğretim bitirseymişiz de olurmuş!” diyorlar.

Bizler, sürekli olarak “maddiyat”a yönlendirdik çocuklarımızı…

Yönlendirdik de ne geçti elimize?

Ne maddiyat, ne de maneviyât!..

Efendim;

Ben 28 Şubat sürecinin o çetin günlerinde gözünü budaktan sakınmayan bir genç gazeteciydim.

Bugün sosyal medyadan, emeklilere ve gençlere hakaret edenlerin çoğu o zamanlar yoktu, ya da piyasada yoktu!..

Bugün, bakıyorum da ne ihtiyar tanıyorlar, ne de genç!..

Dönüp aynaya bakmam lâzım; “Ne verdin ki ne bekliyorsun!” diyerek.

Eksiklik bizde.

Kendi hatalarımıza yoğunlaşsak, “kusur arama” hastalığından kurtulacağız.

Dilimizi terbiye edeceğiz.

x

Dudaktan kalbe giden güzel bir yol var zira!