Dil yarası, dil yarası!..
“Cümle” ile “Cemal” kardeş kelimeler…
Cümle,
en çok kullandığımız mânâsıyla “Duygu,
düşünce ya da eylemi anlatan kelimeler dizisi” demek.
Cemal
ise güzellik.
Allah’ın
lütuf ve rızası.
Mutlak
mânâda güzel olan ALLAH (CC).
“Ben güzel ahlâkı tamamlamak için
gönderildim.”
Resûlullah
(SAV)
*
“Erkeğin kalbine giden yol midesinden
geçer”miş!..
Masterchef’in
pek konuşkan şefleri, en çok bu atasözünü seviyorlardır herhalde!..
Bizim
kültürümüzde, yemeğin lezzetli olanı makbuldür ve sevgiyle pişen yemek daha
güzel olur ama…
Hem
erkeğin hem de kadının kalplerine giden yollar, damak lezzetinden geçmez…
“Helâl rızık”tan
ve “Dil
lezzeti”nden geçer.
Osmanlı
son dönem ailelerinden Arseven Ailesi’nin “en
güzel” değilse de, “son güzel” günlerine
yetiştim.
Merhum
Dedem ile Merhume Babaannem, topluluk içindeyken birbirlerine “isimleriyle”
hitap etmezlerdi.
“Beyefendi, Hanımefendi”
derlerdi.
Dedem,
“Beybaba”ydı.
Rahmetli
Babaannem bana, “Sultan Abdülhamit
Dönemi”ndeki nezâketi anlatırdı.
İstimlâke
uğrayan müstakil evlerinin bulunduğu mahallede Rumlar ve Ermeniler de yaşarmış.
Merhume
Babaannem şöyle derdi:
“Gayrimüslim komşularımız, Müslüman
âdetlerine çok hürmetliydiler. Aynı sokakta oturduğumuz, çok iyi tanıştığımız
halde öyle çat kapı gelmezlerdi. Mutlaka, çocuklarla haber gönderir, müsait
olup olmadığımızı öğrenirlerdi. Biz oruçluyken de, karşımızda yemek yemez,
sokaklarda sigara tüttürmezlerdi! Biz de onların dini günlerine hürmet ederdik.”
*
Bir
gün sokakta öğrendiğim küfrü evde edince, çok kızmıştı Merhume.
Ağzıma biber sürecekti
de, yanına kaçtığım komşu rica minnet
vazgeçirdi!..
*
Hazret-i
Mevlâna, “Testinin içinde ne varsa,
dışarıya o sızar!” demiş,
Büyük
Şâir Ziya Paşa da “Üslubu beyan, ayniyle
insan” diye tamamlamış bu güzel cümleyi.
Yani,
dilin nasılsa sen de öylesindir!
“Dil kalbin aynası”
meselenin özeti.
*
“Aile huzuru” ve “Aile
bütünlüğü”ne ne kadar önem verdiğimi bilirsiniz.
Boşanmış
ya da boşanma aşamasına gelmiş birçok vatan evlâdıyla konuştum.
Gördüğüm
şu ki, “kavgaların, çatışmaların” en
önemli sebeplerinden biri de, “iletişim
kazaları.”
Dilin
yanlış kullanılması.
Bir
yanlış lâf, “tartışma”yı büyütüyor, “çatışma” boyutuna taşıyor.
“Dil yarası”,
Orhan Gencebay’ın dediği gibi, “en acı
yara” oluyor.
Kadın
ya da koca, çok kızgın olduğu bir anda, “Ailenden
de bıktım, senden de!” dediğinde, “rövanşist”
çatışmanın fitili ateşlenmiş oluyor.
“Sen benimkilere öyle davranırsan,
ben de seninkilere böyle davranırım!”a varıyor işler.
Zıtlaşma,
inatlaşma ve çatışma!..
Çok
mutsuz bir yaşlı hanımefendi, misafir olduğu bir evde “Kimsenin mutluluğuna tahammül edemiyorum!” demiş.
Karı-koca,
“Bu kadını bir daha evimize almasak mı,
bizi mutlu görmeye tahammül edemediğini söyledi resmen!” diye dert yanınca…
“Yok, niyeti kesinlikle o değildir.
Kendisi, hissiyatını dile getirirken, sizin bundan incineceğinizi kesinlikle
düşünmemiştir. Yani, düşüncesizlik etmiştir!” dedim.
*
Dil
çok önemli.
Cami
hocalarımızın çoğu güzel sözlüdür ama bazen “iletişim kazaları” da olabiliyor.
Hiç
unutmam…
Bir
Ramazan Bayramı sabahı, misafir olduğumuz köyün çok genç hocası, “Oruçlarını güzel güzel tutarak bu güzel
güne erenler, mübarek bayramı hak ettiler. Hayvanlar gibi oruç tutmayanlar ise
varsa utanmaları, utanabilirler!” deyince yedi sekiz köylü, hocanın üzerine
yürümüştü.
Sonra,
öğrendim ki…
Hoca’yı
müftülüğe şikâyet edip oradan uzaklaştırılmasına sebep olmuş köylü.
O
çocuk için büyük tecrübe olmuştur herhalde ve sonraki görevlerinde “diline”
hakim olmuş, en güzel sözle davet etmiştir.
*
Allah
(CC), “Kullarıma söyle, sözün en
güzelini söylesinler, yoksa şeytan aralarına girer. Kuşkusuz şeytan insanların
apacık düşmanıdır!” buyuruyor.
Peygamberimiz
(SAV), “Kolaylaştırınız
zorlaştırmayınız, müjdeleyiniz nefret ettirmeyiniz!” diyor.
Peki
biz ne yapıyoruz ve niçin yapıyoruz!..
Kuran
ve Sünnet yolunda olduğumuz için mi birbirimizi kırıp döküyoruz!
*
Bir
süreliğine gözlerimizi kapatsak ve hâyâl etsek…
Dili
temiz insanların ağırlıkta olduğu bir toplummuşuz.
Medeniyetimizin
tertemiz kelime ve kavramlarını yerli yerinde kullanmaya gayret eden…
Bunu
yapabilmek için de, mânâlarını bilen...
Kalbini
ve dilini temizlemiş…
Karşısındakini
dinlemeyi bilen, anlamaya gayret eden ve en güzel sözle hitap eden…
Ne
güzel yıllardı…
Rahmetli
büyüklerimden biri, “Evlâdım, sana
zahmet şunu bir verebilir misin?” dediğinde, içimi sıcak bir duygu kaplardı
ve denileni yapmaktan haz alırdım.
O
yıllarda, dillerde “Kelâm-ı Kibar”
vardı.
Büyüklerin
güzel sözlerini işitirdik.
“Bir
bahçeye giremezsen durup seyran eyleme, bir gönül yapamazsan yıkıp viran
eyleme!” diyen Merhum Yunus’un torunları, bugün ağızlarında küfür,
ellerinde levye ile saldırıyor birbirlerine…
Dillerimiz
ve klavyelerimiz de kocaman birer levye!