Dil soykırımı
Türkiye’de sosyolojinin öncülerinden Prof. Dr. Mümtaz Turhan dil reformuna feryatla reaksiyon gösterirken şu örneği verir:
“Mükâleme, muhavere, münakaşa, münazara, müzakere,
muhabbet, mübahase, musahabe” kelimelerinin hepsi
karşılıklı iki insanın konuşmasını ifade ederler.
Dil reformu ile bu kelimelerin tamamını lisanımızdan
sürgün ederek, yerlerine tek bir “konuşma” kelimesini bıraktık.
Halbuki bu kelimelerden her biri “karşılıklı
konuşma” nın farklı hallerini, ifade ederler, seçilen kelime ile “konuşma” nın
muhtevasını, tarzını, tonunu, konuşanların fikri, ilmi
seviyesini bile anlarsınız. Bir kelimeler dizisi ile anlatabileceğinizi tek
kelimede ifade edersiniz.
Dil ve kelime zenginliği budur.
Bu sekiz kelimeyi yok ederek tamamını “konuşma”
kelimesine indirgemek, medeniyetin merhalelerini ifade eden, sedir,
divan, taht, koltuk, kanepe, sandalye, bank, tabure kelimelerini imha
ederek hepsine “oturak” demek gibidir.
İlk insanlar “oturak” ta otururlardı,
bu ormanda üzerine oturdukları ağaç parçasının adıydı. Oturulan odun parçasına şekil verildikçe,
boyandıkça, oyuldukça, işlendikçe, cilâlandıkça, kadife, kumaş, atlasla, ipekle
kaplandıkça, sedir divan, sandalye, kanepe, koltuk taht oldular.
İki insanın karşılıklı konuşmasının adı
başlangıçta “konuşma” idi. Konuşmanın mahiyetine göre “konuşma” da, mükâleme,
müzakere, münazara, muhabbet, münakaşa, muhavere, mübahase, musahabe, muhabbet oldu.
Lisanımızdan bu kadar kelimeyi yok etmek,
imha etmek, silmek, sürgün etmek, ilericilik değil, bilakis ilkelleşmek, taş
devrine dönmekti.
Fırçalarının çoğunu elinden aldığınız ressamdan
harika tablolar bekleyemezsiniz.
Geçtiğimiz günlerde Halide Edip’in “Vurun
Kahpeye” romanını okurken, gördüm ki; okuyucunun anlamayacağı varsayılan
kelimeler içinhersayfanın altına sözlük konmuş.
İşte o kelimeler:
Mahcup, yegane, köhne, ikna, cazip,
zillet, mütereddit, itina, rakik, inkişaf, kudret, ezeli, muhabbet, meyus,
istihfaf, muvazene muallime, ihtiyat, muhit, izhar, müşfik, gayri ihtiyari,
malumat, nehari, kabil, bühtan, sünepe, mürai, aza, riyakar, tevazu, tehalük,
müzakere, ruhiyat, tehevvür, tasvir, muhabbet, nazar samut, asabi, telkin,
müspet, maarif, cezbetmek, ilan-ı aşk, meyus, münhal, muhit, tesadüf, köhne,
abanî, tevazu, tehalük, maksad-ı ziyaret teşebbüs, tehevvür, ikna, münasip,
rikkat ,dimağ, rüyet, mübalağa, rastık, muhayyile, gayz, taassup, tahakküm,
mütecaviz, himaye, meşk, imtiyaz eşraf, mütehakkim, maraz, varis, laubali, tesanüd, vaveyla, icra, maruz, müşkülat,
müstesna, talep, feryâd, mütereddi, zaaf, mütekasif, tevahhuş, istikrah, sefih,
minnet, perestiş, müteyakkız, muntazır, hadid, sima, tevarüs, kudret, tabirat,
mütecessis, mebzul, azamet, tevbih, gazap, kavi, tevazün, şayan-ı hayret mecnun, sarfınazar, tehdit, telakki, tashih, vefa, bühtan, gayz, incizab, müncer, mukabil, husumet, aleyhinde, peyda,
taassup, muadil, müttefik, mukavemet, şahsiyet, mütemadiyen, i̇krah, tazyik,
mübalağa, müphem, tavsif, mariz, telkin, muhteris, i̇ştaha, rakik, namahrem,
fesat, mel’un, gazap, ebediyet, elem, ziya, tertibat, şairane, bandıra, müsait,
ihsas etmek, maruz, müreccah, teferruat, galiz, himmet, Bülent, haşin,
mütehakkim, mezalim, intişar, müzaheret.
İçim cız etti.
Uydurukça ile neleri kaybetmiştik,
dilimiz sadeleştirmemiş, yavanlaşmıştık.
Bu liste 150 sayfalık kitapçığın daha ilk
50 sayfası bile değil.
Yeni nesillerimiz babalarının dili için
sözlük kullanır hale düşürüldüler.
Yaşadığı dönem için oldukça sade bir
dil kullanan Halide Edip dahi sözlük ile anlaşılabiliyor.
Dünyada bizim durumumuza düşmüş başka bir
millet var mıdır?
Vaktiyle lisanımızda “dimağ- zekâ-akıl-havsala-hafıza-şuur-idrak”
vardı. Şimdi elimizde kala kala “oturak” gibi bir “us” kaldı.
Afrika’nın 300 kelimelik kabile dillerine
doğru sürükleniyoruz.
Muhtemelen planlanan, hedeflenen, arzulanan
da bu.
Bu kelimeler sadece dilimizden değil, beynimizden
de resetlendiler. Muhayyilemiz, muhakememiz, tasavvurlarımız dumura
uğratıldı.
Louis Massignon’ un şu cümleleri durumumuzun
vahametini çok hazin ifade ediyor;
“Onların her şeylerini tahrip ettik.
Felsefeleri, dinleri mahvoldu. Artık hiçbir şeye inanmıyorlar. Derin bir
boşluğa düştüler. Anarşi ve terör için uygun hale geldiler”.
Yukarıdaki listeyi okuyanların “biz
ağdalı Osmanlıca mı öğreneceğiz?” dediklerini duyar gibiyim.
Annemarie
Schimmel, Almandır. İslâmolog
ve İranologtur. 23 yaşında Profesör olmuştur. Harvard ve Bonn Üniversiteleri
hocasıdır. Ankara Üniversitesi’nde de hocalık yapmıştır. Arapça, Farsça, Türkçe, Urduca, Peştuca, Sintçe,
Gucerâtî, Marathi, Keşmirî, Bengālî, Sanskritçe, Çekçe, İbrânîce, eski Yunanca,
Latince, İtalyanca, Rusça, İspanyolca, İsveççe, Hollandaca, Fransızca,
İngilizce bilirdi.
Kendisiyle
yapılan bir mülakatta şöyle demişti:
“Siz Türklere şaşıyorum. Sadece 600-800 kelime öğrenerek divan edebiyatının o müthiş zevk deryasına dalabilecekken, buna direniyor, kendinizi o müthiş hazdan mahrum bırakıyorsunuz.”