Dil mi yetersiz yoksa bizler mi?
Bir "dil" sorunumuzun olduğu kesin. Buna bağlı olarak sanat, düşünce, mimari ve bilim alanlarında üretememe gibi ciddi bir sorunumuz da var. Bilhassa harf inkılabından sonra toplumda kafa, kol ve kalp koordinasyon bozukluğu baş gösterdi.
Konfüçyüs'e "bir ülkeyi yönetmeye çağrılsaydınız yapacağınız ilk iş ne olurdu" diye sorduklarında; "Çincenin en çok kullanılan 6000 civarında kelimesini yeniden tanımlamak olurdu" diye cevap verdi. Çünkü dil düzensiz olursa sözler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünceyi anlatamazsanız ortada kültür ve tarih bilinci de kalmaz. Dolayısıyla sanat, felsefe, mimari ve bilim de gelişmez/gelişemez.
Rahmetli Aytunç Altındal bir röportajında şöyle der: "Yazarlığa heveslendiğim ilk günlerde (18 yıl önce) birisi çıkıp da bana, bir gün gelecek İslami eğilimliler de 'faaliyet' yerine 'etkinlik' diyecekler deseydi, inanın ki buna gülerdim. Bugün TDK faaliyet yerine etkinlik diyor mesela. Buna mecbur musunuz? İster kültür ister sanat ister felsefe olsun insanların duyumsal ve bilinçli pratik faaliyetleri olmadan etkinliği de olmaz. Oysa edebiyat ve sanat insan faaliyetidir."
Düşünün TDK'nın sözlüğünün büyük bir kısmı hiç kimse tarafından bilinmeyen uydurulmuş kelimelerden ibaret. Deyimler ve atasözleri de gerçek anlamlarından farklı yorumlanıyor. Kelime izahları ise maalesef uydurma kelimelerle yapılıyor. Durum böyle olunca haliyle üretme kabızlığı çekiyoruz.
Bugün geçmişte üretilmiş edebi, felsefi ve ilmi gelişmeler üzerine buraya özgü bir ortak dil ve terminoloji tesis edilemedi. Bu yapılmadığından Türkiye'ye münhasır ciddi bir "aydınlar topluluğu" oluşamadı.
Ülkemizde dünya çapında bir düşünce ve bilim adamı, şair, romancı, mimar vs. yetişemiyorsa bunun nedenleri üzerine kafa yormamız gerekiyor.
Sultanbeyli Belediye Başkanı Hüseyin Keskin'le bir ara hasbihal ederken, başkan çok önemli bir anı aktardı. Bilindiği gibi Sultanbeyli, "İstanbulensis Şiir Festivali" adında güzel bir program hazırlıyor. Bu festivale dünyadan birçok şair de katılıyor ve şiirlerini okuyor.
Bir festival sonrası başkan, Arap ülkelerinden katılan iki şairden, Türkiye'den bir şair ismi söylemelerini rica ediyor. Sosyalist düşünceye sahip olan şairlerden biri doğal olarak Nazım Hikmet ismini söylüyor. Ancak diğer şair, bir isim söyleyemiyor. Bu, hakikaten vahim bir durum. Var olan şairlerimizi duyuramamamız bir tarafa, dünya çapında, ismi hemen akla gelebilecek bir şairimiz dahi yok.
Bunun da temel nedeni, mevcut dille derinlikli düşünce ve duygu üretilememesidir. Dilin tesir gücünü yitirmesidir. Oysa Heidegger'in de Yunus Emre'nin de dediği gibi "Dil varlığın evidir, hikmetin yoludur." Düşünce dile bağlı olarak gelişir, dil de düşünceye bağlı olarak zenginleşir.
Toplumun sahip olduğu dil ne kadar zenginse orada sanat, kültür, bilim ve felsefe üretimi de o oranda zenginleşir. Ne var ki bu ülkenin yabancı dil düşkünlüğü bize yarardan çok zarar getirdi. İngilizcenin neredeyse ikinci resmi dil olarak kabul gördüğü ve bundan da kimsenin rahatsız olmadığı ülkemizde buraya ait özgün düşünce ve sanat üretimi gerçekleşebilir mi?
Prof. Oktay Sinanoğlu'nun ifadesiyle; hiçbir ülkede benzeri görülmedik bir şekilde, Türkiye'nin her ferdi, çocuğu, doçenti, asistanı, milletvekili, kaymakamı işi gücü bıraktırılıp İngilizce kursuna tabi tutuluyor.
Rahmetli bu durumdan çok muzdaripti. Ona göre bunun asıl nedeni; "Türk dilini unutturmak, hiç öğretmemek, onun yerine her ferdin Amerikanca gibi 250 kelimelik bir İngilizceyi yeni dili olarak, Türkçe yerine konuşur olmasını sağlamaktır. Öyle ki bu iş, iç ve dış düşmanların kendi kaynakları ile değil de Türk Milleti'nin öz kaynakları ile yaptırılmaktadır."
Ben ülkede yaşanan bu kısırlığın nedenini -haklı olarak- eğitime bağlayan bir yazarım. Evet, bir yönüyle durum bu. Eğitim sisteminin yol açtığı ciddi bir tahribat söz konusu. Lakin son 16 yıla baktığımda da değişen bir şey olmadığını gördüm. Dindar, muhafazakar kesimden tek bir kişi 15 Temmuz'un destanını dahi yazamadı örneğin. Sanırım ortada ahlaki bir sorun da var.
Şairlerin belediye önlerinde telif sırasına girdiği bir ülkede şiir gelişir mi? Ankara'nın kuytu köşelerinde makam, mevki, koltuk kavgaları yapan insanların olduğu bir ülkede kültür, sanat, medya, eğitim ve düşünce alanlarında bir ilerleme kaydedilebilir mi? Biraz zor. Öncelikle bunun endişesini taşımanız lazım. O da yok.