Dil Estetiği Zamanı
Kişiliği
gelişmemişlerden duyduğumuz “Sen benim kim olduğumu biliyor
musun?” cümlesiyle adamlığını tartışmaya açan zavallılardan
birazcık söz edelim mi?
Başınızdan
benzeri olumsuzlukların geçtiği vakidir. Söylediklerinin aşağılık kompleksinden
kaynaklı olduğunu işin uzmanları ilmî seviyede ifade etmektedirler.
Çoğunlukla
mizah ve fıkra yazarlarımız bu deyimden yola çıkarak toplumdaki komikliği
vurgularlar. Aslında ince bir tehdit çağrıştıran ‘‘Ben kimim biliyor musun?’’ üzerine çeşitlemeler
yapıp bu haftaki yazımıza konu edineceğimi hiç düşünmemiştim.
Aslında bu
deyimi kullanana “Sen bir hiçsin!” diyebiliriz. Kimlik
ispatının zavallılığında boğuşup duran insanlara üzülürüm. Kendisini
muayene etmeyen doktoru gözaltına aldıran bir savcı, konuşurken yüzüne
bakmadığı için işyerine ceza kestiren bir kaymakam aklınıza geliyorsa öncelikle
özgüven eksikliği ardından da ego tatmini gelir. Kamuda işinizi
görürken size cevap vermeyen memur, hastaneye gittiğinizde canınızı
emanet ettiğiniz doktor, askerlikte karşınıza üniformasıyla çıkan rütbeli, en
iyisini ben bilirim diyen gazeteci veya yazar, adliye dışında bile mesleği
sayesinde itibar ve ilgi göstermek durumunda kalınan hâkim ve savcı, her konuya
maydanoz olarak her akşam o kanal benim, şu kanal senin dolaşıp duran akademisyenleri
örnekleyebiliriz.
Sert, kırıcı ve
karşısındaki insanı aşağılayıcı tavırlarıyla kişiyi narsistik boyutuna
taşıdığını düşündüğümüz “Sen benim kim olduğumu biliyor
musun?” bir özgüven değil, egodur. Egosu şişik insanın buna
“özgüven” diyerek meşrulaştırma çabaları gerçeklikten uzaktır.
Geçtiğimiz
günlerde bir haber dikkatimi çekti. Trafik kontrolünde milletvekili olduğunu
belirtip polisi azarlayanla ilgili haberde polis memurunun “Milletvekili olduğunuzu nereden bileyim, tanıyamam ki” dediğinde
milletvekilinin “Bakanının kimliğine bakabiliyor musun?” diye
bağırdığı muhaverede “Bakanı tanıyabilirim” diyen polise
milletvekilinin “Türkiye
Büyük Millet Meclisi‘nin
albümü var al oradan bak” dediğinde polis memurunun işi
gırgıra vurup işlerinin yoğunluğu nedeniyle bakamayacağını belirtirken “Siz milletvekilisiniz yapmayın
bunu” uyarısından iyice sinirlenen milletvekilinin “Yanlış davranıyorsam gereğini
yap” deyip oradan uzaklaştığı yazıyordu.
Milletvekili
daha sonra ne dedi, ne yaptı bilinmez ama polis memuru görevini icra ederken
fırça yemiş geldi. TBMM de uzun süre
görev yapmış birisi olarak üzüldüm. İşi tatlıya bağlamanın yolunu bilenlerden
olalım diyerek internetten bir fıkraya hayır diyemezdik.
Üniversitede 800 kişinin katıldığı bir imtihan. Süre
iki saat. Profesör son derece sert ve
sürenin esnetilmesine imkân yok. Cevapları yetiştiremeyen kalıyor. Bu
yüzden bütün talebeler harıl harıl kâğıt dolduruyorlar. Ama birisi ağırdan
gidiyor, düşünüyor ve yazarken aceleci bir hâli yok. Süre doluyor. “Getirin kâğıtları çocuklar” diyor
hoca ve herkes kâğıdını getirip masanın üzerine koyuyor. Amfide bir kişi hariç hiç
öğrenci kalmıyor. Ağırdan giden talebe hiç istifini bozmadan yazmaya devam
ediyor. Biraz daha zaman geçtikten sonra, bizimki kalkıp kürsüye gidiyor ve
kâğıdını bir sonraki ders için hazırlıklarını tamamlamakta olan profesöre
uzatıyor. Profesör kızarak:
-Hayır! Çok geç kaldın. Artık senin kâğıdını alamam.
Bizimki ters ters bakıyor:
-Sen benim kim
olduğumu biliyor musun?
-Yoo, aslında bilmiyorum. Ne olacak?
-İyi öyleyse, diyor bizimki ve yığılı duran imtihan kâğıtlarını
bir kısmını kaldırıyor ve araya kendi kâğıdını koyup kâğıtları tekrar
düzelttikten sonra : “İyi günler hocam” deyip profesörün şaşkın bakışları
arasında salondan çıkıyor.
‘Dil estetiği’ nin zamanı
gelmiş diyelim ve’s-selam.