Dolar (USD)
35.22
Euro (EUR)
36.72
Gram Altın
2962.07
BIST 100
9700.94
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
03 Ağustos 2021

Dil Estetiği Zamanı

Kişiliği gelişmemişlerden duyduğumuz “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” cümlesiyle adamlığını tartışmaya açan zavallılardan birazcık söz edelim mi?

Başınızdan benzeri olumsuzlukların geçtiği vakidir. Söylediklerinin aşağılık kompleksinden kaynaklı olduğunu işin uzmanları ilmî seviyede ifade etmektedirler.

Çoğunlukla mizah ve fıkra yazarlarımız bu deyimden yola çıkarak toplumdaki komikliği vurgularlar. Aslında ince bir tehdit çağrıştıran ‘‘Ben kimim biliyor musun?’’ üzerine çeşitlemeler yapıp bu haftaki yazımıza konu edineceğimi hiç düşünmemiştim.

Aslında bu deyimi kullanana “Sen bir hiçsin!” diyebiliriz. Kimlik ispatının zavallılığında boğuşup duran insanlara üzülürüm. Kendisini muayene etmeyen doktoru gözaltına aldıran bir savcı, konuşurken yüzüne bakmadığı için işyerine ceza kestiren bir kaymakam aklınıza geliyorsa öncelikle özgüven eksikliği ardından da ego tatmini gelir. Kamuda işinizi görürken size cevap vermeyen memur, hastaneye gittiğinizde canınızı emanet ettiğiniz doktor, askerlikte karşınıza üniformasıyla çıkan rütbeli, en iyisini ben bilirim diyen gazeteci veya yazar, adliye dışında bile mesleği sayesinde itibar ve ilgi göstermek durumunda kalınan hâkim ve savcı, her konuya maydanoz olarak her akşam o kanal benim, şu kanal senin dolaşıp duran akademisyenleri örnekleyebiliriz.

Sert, kırıcı ve karşısındaki insanı aşağılayıcı tavırlarıyla kişiyi narsistik boyutuna taşıdığını düşündüğümüz “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” bir özgüven değil, egodur. Egosu şişik insanın buna “özgüven” diyerek meşrulaştırma çabaları gerçeklikten uzaktır.

Geçtiğimiz günlerde bir haber dikkatimi çekti. Trafik kontrolünde milletvekili olduğunu belirtip polisi azarlayanla ilgili haberde polis memurunun “Milletvekili olduğunuzu nereden bileyim, tanıyamam ki” dediğinde milletvekilinin Bakanının kimliğine bakabiliyor musun?” diye bağırdığı muhaverede Bakanı tanıyabilirim” diyen polise milletvekilinin Türkiye Büyük Millet Meclisi‘nin albümü var al oradan bak” dediğinde polis memurunun işi gırgıra vurup işlerinin yoğunluğu nedeniyle bakamayacağını belirtirken Siz milletvekilisiniz yapmayın bunu” uyarısından iyice sinirlenen milletvekilinin “Yanlış davranıyorsam gereğini yap” deyip oradan uzaklaştığı yazıyordu.

Milletvekili daha sonra ne dedi, ne yaptı bilinmez ama polis memuru görevini icra ederken fırça yemiş geldi. TBMM de uzun süre görev yapmış birisi olarak üzüldüm. İşi tatlıya bağlamanın yolunu bilenlerden olalım diyerek internetten bir fıkraya hayır diyemezdik.

Üniversitede 800 kişinin katıldığı bir imtihan. Süre iki saat. Profesör son derece sert ve sürenin esnetilmesine imkân yok. Cevapları yetiştiremeyen kalıyor. Bu yüzden bütün talebeler harıl harıl kâğıt dolduruyorlar. Ama birisi ağırdan gidiyor, düşünüyor ve yazarken aceleci bir hâli yok. Süre doluyor. “Getirin kâğıtları çocuklar” diyor hoca ve herkes kâğıdını getirip masanın üzerine koyuyor. Amfide bir kişi hariç hiç öğrenci kalmıyor. Ağırdan giden talebe hiç istifini bozmadan yazmaya devam ediyor. Biraz daha zaman geçtikten sonra, bizimki kalkıp kürsüye gidiyor ve kâğıdını bir sonraki ders için hazırlıklarını tamamlamakta olan profesöre uzatıyor. Profesör kızarak:

-Hayır! Çok geç kaldın. Artık senin kâğıdını alamam.

Bizimki ters ters bakıyor:

-Sen benim kim olduğumu biliyor musun?

-Yoo, aslında bilmiyorum. Ne olacak?

-İyi öyleyse, diyor bizimki ve yığılı duran imtihan kâğıtlarını bir kısmını kaldırıyor ve araya kendi kâğıdını koyup kâğıtları tekrar düzelttikten sonra : “İyi günler hocam” deyip profesörün şaşkın bakışları arasında salondan çıkıyor.

Dil estetiği’ nin zamanı gelmiş diyelim ve’s-selam.