Diktatörün ardından
Türkiye'de darbeler iki gerekçe/tehlike üzerinden yapılmıştır. Bunlardan ilki bölücülük diğeri ise irticadır. Her iki gerekçede asıl hedef; başta dindarlar ve Kürtler olmak üzere farklı kesimleri asla bir araya getirmemek ve birlikteliklerini engellemektir. Bilindiği gibi 27Aralık 1979 yılında Kenan Evren bir uyarı mektubu gönderir. Mektup özetle; Siyasi partilerin anayasanın ilkeleri doğrultusunda ve Atatürkçü bir görüşle bir araya gelerek anarşi, terör ve bölücülük gibi devleti çökertmeye yönelik her türlü hareketlere karşı bütün önlemleri müştereken almalarını ve diğer anayasal kuruluşların da bu yönde yardımcı olmalarını ısrarla istemektedir." Uyarı falan hikayedir çünkü mutlaka darbe yapılacaktır çünkü her şey hazırdır. Tek parti döneminden beri 1000 yıllık kurulan ittifakların, birlikteliklerin cezasını en ağır biçimde ödeyen kesimler 12 Eylül darbesiyle bir kez daha cezalandırılmış ve bu süreçte bir daha asla bir araya gelmemeleri için ne gerekiyorsa yapılmıştı. Diyarbakır cezaevi bunun için kurulmuş, bu sebeple işkenceler yapılmış ve yine bu sebeple yasaklarla donatılmış bir anayasa yazılmıştır. Gladyo ve içerideki ihanet şebekesi /beslemeleri bir kez daha emeline ulaşarak ülkeyi kontrolleri altına almışlardı. Aradan 15 yıl geçtikten sonra bu sefer dindarlar üzerinden bir darbe daha yapılmış ve Müslüman insanlara ağır bedeller ödetilmişti. Öyle ki bu zulmün tam 1000 yıl süreceği hesaplanmıştı.
***
Şimdi de 27 Nisan 2007'ye gidelim. Bu sefer daktilonun başında Kenan Evren özentisi bir Genelkurmay Başkanı vardır. Kız çocukların okudukları ilahileri bahane ederek bir gece yarısı muhtıra denemesi yapmıştı. Muhtırada; Türk Silahlı Kuvvetleri'nin laikliğin kesin savunucusu olduğu vurgulanıyordu. Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin, gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyacağından kimsenin şüphesinin olmaması gerektiğini ifade ediliyordu. Özetle, Cumhuriyetin kurucusu "Ulu Önder Atatürk'ün, "Ne mutlu Türküm diyene!" anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti'nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır "şeklinde güya halkın oylarıyla iktidar ettiği sivil hükümete uyarılar yapıyordu. Lakin bu sefer umulmadık bir şey oldu. Çünkü karşılarında gücünü halktan alan, cesur, yerli ve demokratik bir hükümet vardı. Ve hükümet askere demokrasi tarihine geçen müthiş bir cevapla karşılık verdi.
"Başbakanlığa bağlı bir kurum olan Genelkurmay Başkanlığı'nın herhangi bir konuda hükümete karşı bir ifade kullanması demokratik hukuk devletinde düşünülemez. Genelkurmay Başkanlığı, Hükümet'in emrinde görevleri anayasa ve ilgili yasalarla tayin edilmiş bir kurumdur. Anayasamıza göre Genelkurmay Başkanı, görev yetkilerinden dolayı Başbakan'a sorumludur" denilerek askerin ikide bir sivil iradeye ayar vermesinin önüne geçilmiş oldu. Eğer o gün hükümet en ufak bir korku emaresi göstermiş olsaydı durum çok farklı seyir edecekti. Bu bakımdan 27 Nisan 2007 tarihi Türkiye açısından bir milattır. Türkiye'de ilk kez bir hükümet askere sınırlarını hatırlatmış ve haddini bildirmişti. Her zaman olduğu gibi muhtırayı destekleyenler de çıkmıştı. Örneğin CHP Genel başkan Yardımcısı Onur Öymen : "Genelkurmay'ın tespitleri bizim tespitlerimizden farklı değildir. Altına imzamızı atarız." Nur Serter ise; " Genelkurmay Başkanı'na "memur" diyen bir zihniyete karşı Türk Silahlı Kuvvetleri'nin önünde, şanlı ordumuzun önünde saygıyla eğiliyoruz. Türk ordusu çok yaşa. Türk ordusu, 27 Nisan'da bizim sesimizi duymuş, bizim sesimize sahip çıkmıştır" şeklinde militarist açıklamalarda bulunuyorlardı. Malum yazarlardan da muhtırayı destekleyen açıklamalar geldi hatta Hıncal Uluç bile "Ordu sonuna kadar bekledi. Gerekli uyarıları en demokratik şekilde yaparak, "Sözde değil, özde" bekledi" diyordu.
Netice itibariyle Genelkurmay Başkanları'nın darbe hevesi 27 Nisan muhtırasıyla sona ermiştir. "Hayır" oyu çıkması için ellerinden geleni yapacağını söyleyen CHP ve bunu hayati bir risk olarak gören MHP'ye rağmen AK Parti, 12 Eylül 2010 referandumuyla da bu karanlık darbe dönemini kapatmıştı. Ve darbecilere yargılama yolunu açmıştı. Bu bakımdan ülkede darbe dönemini kapatan AK Parti'ye bir teşekkür borçluyuz. 12 Eylül'de yüzbinlerce insanı işkenceden geçiren, ülkede demokrasiyi ve özgürlükleri askıya alan bir dönemin diktatörü Kenan Evren, vefat etti. Darbenin simge insanlarından biri olan bu zalimi Ertuğrul Özkök gibiler hariç kimse hayırla yad etmiyor. Fakat farklı bir şey deniyorlar. Darbe dönemlerinde kudretli paşaların önünde "hazırol"da bekleyen onların "emirerliğini "yapan bazı insanlar bugünlerde utanmadan, sıkılmadan ülkede12 Eylül'den daha ağır şartların olduğunu ifade edebiliyorlar.
12 Eylül'de ve 28 Şubat'ta cuntacılara en ufak eleştiri yapamayanlar, hatta onları Hızır gibi görenler, hayırlı bir iş yaptıklarını ifade edenler bugün ülkede kanın akmasını durduran, OHAL'i kaldıran, Kiliseleri ibatede açtıran, Kürtçe ve Ermenice Kur'anlar bastıran, Alevi dedelerini yetiştirecek özel statülü okulların açılmasını sağlayan, başörtüsünü serbest eden, gayrimüslim vakıfların el konulan mallarını iade eden, Doğu ve Güneydoğu'da havalimanları sayısını %50 oranında arttıran, ülkeyi bir şantiyeye çeviren sürekli barış çağrısı yapan, hak ve özgürlüklerin tesis edilmesinden bahseden bir lidere Kenan Evren'den daha zalim ve diktatör olarak görüyorlar ve halkın iktidar ettiği bir sivil hükümete yönelik hemen her gün en aşağılık ifadelerle küfür ediyorlar. Bu cuntacıların beslemeleri, kandan, zulümden, ölümlerden ve acılardan beslenen bu kokuşmuş zihniyetin temsilcileri silah görünce kuzuya, hukukun ve özgürlüklerin tesis edileceği yerli bir siyaset karşısında da aslana dönüyorlar. Ancak Türkiye Gladyo'nun beslemelerine rağmen tüm farklı kesimlerle birlikte yeniden bir ittifak kuracak, barışı ve demokrasiyi yeniden tesis edecektir. Tüm algı operasyonlarına rağmen halk artık kimin ne olduğunu, nereye hizmet ettiğini artık bilmektedir.
Twitter.com/sivildemokrat