Dikkat! Kaygan zemin
İş güvenliği hususunda son yıllarda çok mesafe katedildi. Önce güvenlik! Bu uyarı hayatın her safhasına sirayet etti. Önce sağlama alacaksın, diyor. Bakalım kim, neyi sağlama alıyor; kim, neyi ihmal ediyor? Kimlerin başına neler geliyor?
Mevzuyu dağıtmadan konuya girmek istiyorum. Zira alengirli
laflarla konunun odak noktasını saptırmayalım. Türkiye’de siyaset, ticaret,
diyanet, matbuat ve bürokrasi el ele vermeyince işler rayına oturmuyor. Rayına
oturmayan işler için dayına başvurman gerekiyor. Dayın yoksa düşersin zeminin
en tehlikeli fayına. Evet evet! Nasıl mı oluyor bu işler, gelin, hep birlikte
bakalım.
Bizde bir laf vardır: “Pişmiş tavuğun başına gelmemek” İşte
tam da böyledir başımıza gelenler. Hele çıkın meydana! Ol sebepten zemine
dikkat etmek lazım. Zemin taban demek ama biz bir de onun mecaz anlamını
kullanırız. Temel, ortam anlamlarında da kullanılan zemin şimdilerde sıkça
kullanılan bir kelime.
Malumunuz olduğu üzere önümüzde mahalli idareler seçimleri
var. Dolayısıyla herkes zemini yokluyor. Zemine göre adım atıyor. Sadece
siyasiler değil herkes bu zeminin şartlarına göre hareket ediyor. Kimisi işini,
kimisi dişini, kimisi fişini, kimisi hak edişini hesap ediyor. Çünkü siyaset
toplumun kanına girmiş. Damarlarda dolaşıyor her türlü dedikodu. İçimiz dışımız
politika. Peki, politika nedir? Birçok anlamı var ama biz gerçeklerden uzak
olduğumuz için hep mecazi anlamlara göre hareket ediyoruz. İşte mecazi anlamı:
“Bir hedefe varmak için karşısındakilerin duygularını okşama, zayıf
noktalarından veya aralarındaki uyuşmazlıklardan yararlanma vb. yollarla işini
yürütme.”
Duyguları okşama işinden başlayalım. Siyasetçinin bir
numaralı dersidir bu. Çok iyi bilirler bunu. Okulda öğrenilmez. Seçimden seçime
yürürlüğe konulan bir derstir. Şimdilerde okutuluyor çünkü önümüzde seçim var.
Eskiden sigara kâğıdına yazılan talepler, şimdi cep telefonuna not alınıyor.
Siyasetçimiz böyle yalanlarla, pardon, vaatlerle zeminini sağlamlaştırıyor.
Çünkü doğruları söylese vatandaşın hoşuna gitmez. Olması mümkün olmayan vaatler
en çok kanılan ve etkili olan vaatlerdir. Vatandaşın hoşuna gitmeyen sözler
zemini zayıflatır. Siyasetçinin ayağı kayabilir. O sebeple “duyguları okşama”
işi çok önemlidir.
Diğer bir husus vatandaşın zayıf noktalarından yararlanma.
Herkesin bir zaafı vardır. Siyasetçi kurnaz kişidir. Zeminini bilmediği yerde
yürümez. Yukarıda “siyaset, ticaret, diyanet,matbuat ve bürokrasi” ilişkisinden
bahsetmiştik. Zayıf noktalardan yararlanmak için bu kelimelere dikkat etmemiz
gerekiyor. Ticaret erbabını arkasına almayan siyasetçinin zemini zayıftır. Yola
çıkan siyasetçinin ekibinde muhakkak bir “kasa” olur. Sermaye sahibi bu
yoldaşımız ihtiraslıdır, desteklediği siyasetçi iş başına geçerse o da daha çok
kazanmayı planlar.
Toplumda hatırı sayılır ölçüde memurumuz vardır. Her kurumda
adamınız olacak. Böyle memurlar siyasetçiye selam çakmak için iş yaparlar.
Olacak işte bile siyasetçiden selam beklerler. Siyasetçiler de bunlara kart
gönderir: “Hâmil-i kart yakînimdir.” Böyle böyle zemin güçlenir. Çünkü
memurların da zayıf olduğu nokta koltuktur. Daha konforlu, daha büyük koltuk
kapma hesabı vardır. Onun da kendi zeminini güçlendirmesi gerekir.
Siyasetle diyanet her zaman kol kola olmuştur. Burada bir
kurum gibi algılanmasın, dine ait her türlü alanı ve uygulamayı kastediyorum.
Diyanet kilit taşı gibidir. Tüm maddelerin buluştuğu, birleştiği noktadır.
İşini bilen siyasetçinin zorlanmadığı alandır. Bu alan maalesef çok ihmal
edilmiştir. Güven veren bir alandır. Seçim çalışmalarında vakit namazları, cuma
namazları, cenaze namazları programa dahil edilir. Bir de güçlü siyasetçinin
gideceği camiyi önceden bilenler vardır. Onlar da yerini alır camide. Cami cami
gezen bürokratlar vardır. Çünkü takip ettikleri siyasetçi hangi camide ise
onlar da orada olur. Oy peşindeki siyasetçi, hedef kitlenin dini yönelimini,
cemiyetini, vakfını, derneğini, liderini bilir. Onlara sınırsız vaatlerde
bulunur. Karşıdaki yapı da her şeyi kendine helal görür, istedikçe ister.
Siyasetçinin zemini kuvvetlenir ama içten içe de çürüme başlar.
Zemini sağlamlaştırmanın bir başka yolu da matbuat âlemi
yani basınla olan ilişkiye bağlıdır. Basın bir kuvvet kolu gibi olmuştur bu
ülkede. İşini hakkıyla yapan ve mesleğin etik değerlerine bağlı olanları tenzih
ederiz. Kalem en büyük güçtür, silahtır. Doğruyu da yazar, yanlışı da. Lehe ve
aleyhe algı oluşturmak, medyada görünür olmak, parlatılmak, marka gibi olmak,
sık sık haberlerin konusu olmak zihinlerde kalıcı oluyor. Elbette bunun bir
bedeli var siyasetçi için. Basınla arasını iyi tutanların zemini sağlamlaşır.
Çürük zeminde sağlam çivi tutmaz. Zemini halk oluşturmuyor
mu? Bu kayganlık aslında toplumun siyasetçi, sermaye veya otorite karşısında
aldığı ve takındığı tavır ilgili değil mi? Rüzgâr nereden eserse ona göre duruş
değiştirenlerin bu zeminde konumu ve rolü nedir? Memleket mi, millet mi yoksa
ferdiyet mi? Düğüm burada çözülüyor sanırım. Gelinen noktada dava filan yok.
Hatice’ye değil neticeye odaklandı herkes. Gerçi hem Hatice’yi hem de neticeyi
kazananlar da çoğaldı.
Kim, neye layık ise başa da o gelir. Şeytana pabucunu ters
giydirenlere, anasını boyayıp babasına satanlara açılan yollarda zemin kaygan
mı, değil mi göreceğiz.