Dijitale Karşı Yeni Bir Gramer
Hayat bir kitap ve biz de onun okuyucularıyız. Bütün kitaplarda olduğu gibi bir sistem var karşımızda ve bütün okuyucuların yaptığı gibi onun şifrelerini çözmemiz gerekiyor. Her metin cümlelerden oluşuyor, her cümle bir grameri gerektiriyor. Kimimiz dalgınlığından kimimiz alıklığından, kimimizse yorgunluktan anlamıyor bu cümleleri ya, hepimiz belli dönemlerde anlamak için susuyor, dikkat kesiliyor ve onunla aramızdaki ilişkiyi yeniliyoruz. İçimizden bazıları vukufiyetle eğiliyor hayatın bu gizemli sayfalarına bazıları ise hiç anlamadan geldiği gibi çekip gidiyor.
Her durumda hayat bir ölçüye dayanıyor. Bizimle dışımızdakiler arasında kurduğumuz ilişkilerin ölçüsüne, kıvamına… Bu ölçüyü tutturduğumuz sürece işler iyi gidiyor, karşımıza çıkan engelleri aşmakla kalmıyor, hayatı da olduğundan daha zarif görüyor; ölçüyü kaçırdığımız zaman da işlerimiz bozulmaya, yüzleştiğimiz meselelerin altında kalmaya başlıyoruz. Bütün mesele hayat ile girdiğimiz ilişkide o temas noktasındaki grameri çözmek, hayatın bize fısıldadığı cümleleri layıkıyla anlayarak kitaba uygun bir yaşam çizgisi oluşturmak… İnsanız, bazen yapıyoruz bunu ve bütün gücümüzle abanıyoruz hayata, onu orada, o şekil olmaktan alarak kendi parçamıza dönüştürüyoruz, bazense gücümüz yetmiyor ve onunla aramızda açılan mesafenin yarattığı boşlukta sayısız kaygının, bulantının ve bunalımın arasında yığılıp kalıyoruz olduğumuz yere.
Bir gramer kurmak, insanın bedeni ile ruhunun müsait bulduğu muhatabiyetler inşa etmektir. Her ikisinin de incinmeyeceği ama incitmeyi de düşünmeyeceği korunaklı, hoş bir alan oluşturmaktır. Güzel görüntüler, hoş sesler, yumuşak yüzeyler, lezzetli ve faydalı yiyecekler, zihnimizi olduğundan daha kuvvetli hale getirecek düşünceler, kavrama yetimizin önündeki engelleri kaldıracak yöntemler, bizde bir kimlik inşa edecek bilgiler, bir geçmiş zaman tefekkürü, gelecek zaman tahayyülü ve şimdi tasavvuru tam da hayatı anlayacak, anlamlandıracak kitabın gramerleridir.
Hayat, elbette sayısız zorluklarla duruyor karşımızda. Elbette öncesinde bir deneyimimiz olmadığı için hepimiz onun acemisi olarak doğuyor, yaşıyor ve ölüyoruz. Ama içimizden bazıları bu acemiliği diğerlerine göre üzerinden daha kolay atıyor, hayatın zorluklarına çok daha dirençle göğüs germenin yordamlarını buluyor. Elbette onun gramerini hiç anlamadan, daha ne olduğunu bile bilmeden bu dünyadan göçenler de var. Ama bize düşen, her durumda, geldiğimiz bu misafirhanede gözlerimizi sonuna kadar açarak bizim için kurulmuş bu sahneyi layıkıyla temaşa etmek, bu sofraya hak ettiğini vermektir. Ne eksik, ne fazla…
Bununla birlikte, hayatın grameri bize hep şunu fısıldıyor: Ölüm var… Zaman sınırlı… Beden ve ruhun buradaki yolcuğu bir gün bitecek… Bu, zaman anlamında da mekan ve tüketmemiz gereken öteki bütün alanlara dair olarak da bir sınırlılığı ifade ediyor. Ne kadar çabalarsan çabala her şeyi göremeyeceksin, her şeyi duyamayacak, her şeyi yiyemeyecek, her şeyi düşünemeyecek, bütün gizemleri çözemeyeceksin. Ne yaparsan yap, bir şeyler yarım kalacak. Bu, elbette bir vazgeçişi ifade etmiyor. Olsa olsa bir sınır çizmeyi, bir koordinat belirlemeyi ve bir istikamete yönelmeyi telkin ediyor. Yetinmeyi, yetinerek yaşamayı…
Günümüz dünyası ise hayata dair bütün gramerleri altüst ederek beden ve ruhla birlikte hayatın da özünü emerek onun yerine mevhumiyetin egemen olduğu simülatif bir alan inşa ediyor. Dijitalite bu yönüyle üzerine su dökülmüş, cümlelerinin bölük pörçük anlaşıldığı, başı ile sonu arasındaki kelimelerin silindiği bir dünya vaat ediyor. Bilinçli olarak hayatın gramerini yok ediyor. İnternet ile cep telefonu arasındaki sıkışmışlığımızın, ekran karşısındaki sersemliğimizin ve onlarla kurduğumuz ilişkilerdeki enerji yitiminin sebebi biraz da bundan kaynaklanıyor.
Dijitalite hayatın gramerini bozdu. Öznesi, tümleci, yüklemi belli olmayan, çoğu bozuk, sıyak ve sıbaktan mahrum, vurgunun sadece içinde bulunulan ana ve arzuya yapıldığı tuhaf bir metin olarak sunuyor hayatı. Çağımıza özgü inançsızlıkların, ideal yokluğunun, değer törpülenmesinin ve karakter aşınmasının asıl sebebi hayatın kurduğu cümleyi insanın anlamaktan aciz kalması, bundan mahrum kalışı veya bırakılışıdır. Hakim olunması gereken araçlara mahkum olunması, kullanılması gereken araçlar tarafından yönetilmeyi zımni kabulleniştir.
Yeni bir gramere ihtiyaç var. İnsanın kendine ve çevresine bakarak yolculuk ettiği, attığı her adımda bir, nereye gittiğini sorguladığı, dünyanın sahibi ve efendisi olarak değil garip yolcusu olarak kendini anlamlandırdığı, çevresindekilerle ilişkisinde her iki tarafın da birbirini anladığı, anladığı için de birbirine zarar vermediği yeni bir gramer inşa edilmeli. Bu gramerin özünde insan vardır. İnsanın önce kendine bakıp ruh ve beden yapısını çözümlediği, sonra dünyaya bakıp onun özellik ve niteliklerini kavradığı, son aşamada da kendisiyle onun arasında her iki tarafın da birbirini tamamladığı bir ilişki kurduğu yeni bir gramerdir bu. Kitap olarak dünya, orada, olduğu şekliyle, yüz binlerce yıldır duruyor. İnsan tarafından bazı hatları bozulsa bile hayat ve ona dair malzemeler de yerli yerinde. Bize düşen, sayfaları eprimiş, cümlesinin öğeleri yer değiştirmiş, bazı kelimeleri silinmiş bu ipi kopmuş, sınırları belirsizleşmiş kaotik metni alıp yeniden aslına sadık bir şekilde yorumlamak, insanı ve içine doğulan dünyayı tekrar rayına koymaktır.
Yeni bir gramer, yeni bir tahayyülle inşa edilebilir ancak. Yeni bir tahayyülse yeni bakışlar gerektirir. Malzemeyi değiştiremeyeceğimize göre değişmesi gereken bakışlarımızdır. Ve bu bakışın kirden arındırılması için özgün kaynaklara dönmesi, özgün kaynaktan fışkıran bilgi suyuna karışan yapay suları kurutması gerekir. İrade kuruluğu göz kuruluğundan daha hızlı bozuyor perspektifi çünkü. İrademizi kurutan camları bir anda yerinden söküp atmanın mümkün olmadığını elbette biliyoruz. Bildiğimiz bir şey daha var: Gökten dünyanın rahmeti de yağsa camın yeşermeyeceği ortada değil mi?.. Akvaryum balıkları denizi özlemedi mi?