Dijitale Karşı Kitap
Dijitalin en büyük meydan okuması kitaba yöneliktir. Varoluş gerekçesi de kitabı bitirmektir. Başlangıçtan beri inanç ve medeniyet ayrımı yapılmaksızın bütün kültür daireleri varlıklarını kitapla tahkim ettiler. Bir kitabın etrafında toplandılar, kitapların gölgesindeki öteki kitaplara sığındılar, kitapla güzelleşti, kitapla zenginleşti, kitapla büyüdüler. Hayat ile insan arasındaki münasebeti kitap ile okuyucu biçiminde tahayyül ettiler. Kitap medeniyeti böylece doğdu. Kitaba ve okumaya yönelik klasik kültür kutsayışının altında hayatı okunacak bir kitap olarak görme anlayışı yatmaktadır.
Kitaba verilen değerin aşama aşama azalmasının tarihi, dijitalitenin insan hayatına girmesiyledir. Kitabın önce görünür olmaktan çıkıp kütüphanelerin karanlık raflarında yalnızlığa terk edilişinin, ardından onun yerine bir alternatif oluşturulmasının tarihidir dijitalin tarihi. Dijitalite, en genel anlamda görünmeyen güç olarak Tanrı’nın her yerde hazır ve nazır oluşunun, her şeye hükmedişinin, kaza ve kadere yön verişinin bir alternatifi olarak her şeyi gören, kendisi görünmeyen mikroçiplerin onun yerine bakması, hükmetmesi ve yön vermesinin genel adıdır.
Kitap medeniyetinden cam medeniyetine geçiş aynı zamanda yürek medeniyetinden deri medeniyetine evrilme olarak da okunabilir. Böylece öz kabuktan, duygusallık da görüş alanından ayrılmış olacak, parça genele hükmedecek, fraktal olan vahdeti çok daha kolay altedebilecektir. Ekranın ayartıcılığı, ayetin sakinleştiriciliğinin misyonunu üstlendiği için delilik düzeyinde bir kitaptan uzaklaşma, çılgınlık düzeyinde bir dijitale sarılma söz konusudur.
İnsanı insana ve dünyaya bir kitap gibi baktıran kitaplardan insanı insana korku salan bir gölge gibi baktıran ekranlara geçiştir dijitalite. 2011 yılında kitabın öldüğünü ilan eden dijital canavar, kitabın ölümüyle insanın da öleceğini biliyordu elbet. Kitabın insana hayat verdiğini, ne zaman nefessiz kalsa ciğerlerine oksijen gönderdiğini bile bile hem de… İnsandaki oksijeni soğurup almanın bütün yollarını bilerek yola çıktığı için, şimdiye kadarki yolculuğunda bir hayli mesafe kat etti dijitalite. Ama onun da bir ömrü var ve bu ömür hiçbir zaman kitabınki kadar uzun olmayacak. Dünyanın her hangi bir yerinde, her hangi bir kitap bulunduğu sürece dijitalite hep yok olma korkusuyla yaşayacak. Belki bu yüzden, büyük bir telaşla matbu olanı ha bire içine çekiyor, kelimeleri ha bire kayganlaştırıyor, sayfaları ha bire çiplerin arasına yerleştirerek onu tamamen nefessiz bırakmak istiyor.
Kitabın ölümü, insanın da ölümü olacak, kitabın esareti, insanın da köleliği… Eskiden zorbalık dışarıdan, göstere göstere gelirdi, yine dışarıdan kavrayarak içeri girerdi. Şimdiyse zorbalık sessiz sedasız geliyor, yumuşak bir hava olarak giriyor burun deliklerimizden içeri. Bir girdi mi de çıkmıyor. Yapışıp kalıyor insanlığımızı tahkim eden iç organlarımıza. İnsanlığı tahkim eden inançlarımıza, ahlaklarımıza, estetik değerlerimize, kültürlerimize, sanatlarımıza bir ur gibi yapışarak hareketsiz kılıyor hepsini. Sonra, bütün bunlardan arındırılmış insanın çirkin, çıplak bakışı dünyaya… O bakıştaki çarpıklık, o bakıştaki nobranlık, o bakıştaki mağlubiyetin bütün cüzleri ilhamını dijitalin fısıltılarından alıyor elbette. İnsan ile insanı insan yapan arasına girdiği anda, bu ikisini birbirinin uzağına fırlattığı anda kendisi gelip konuyor insanın tam da tepesine. Camdan gökyüzleri…
Dijitalite yeni bir dünya kurmak istemektedir. Batı’nın Kitap medeniyetine karşı son stratejisidir bu. Kitaptan vazgeçmediği sürece yok edilemeyeceği anlaşılan kitaplıları kitapsızlaştırma tekniğidir… Öteki bütün üretimlerinde olduğu gibi bu konuda da kendisini üreten zihniyetin eseri olarak ona hizmet edecektir. Dijitalite, Batı medeniyet üretiminin son aşaması olarak dünyayı bütünüyle yönetmenin, masrafsız ve zayiatsız tahakküm altına almanın hesaplarını yapmaktadır. Hangi coğrafyada yaşarsa yaşasın, okuduğu kitabı bırakıp ekranın karşısına geçen, sayfaları çevirmek yerine ekranlarda gezintiye çıkan her birey potansiyel olarak Batı hapishanesinin kapısından içeri kendi isteğiyle girmiş olmaktadır. Okumadan bıraktığımız her kitabın faturası biraz daha büzüşmek, biraz daha içine kapanmak, biraz daha sararıp solmak, biraz daha sersemleşmek, biraz daha donuklaşmak, biraz da kendinden uzaklaşarak ruhsal anlamda yoksullaşmak, sefil bir organizmaya dönüşmektir. Okunmadan orada, öylece duran her kitabın fısıltısı geleceğimizin karanlığına yönelmiş hüzünlü bir ıslıktır. Bedenin ekranla her karşılaşması ruhun derinlerinden yüzeye yürüyen bir aşınmayı haber vermektedir. Büyük bir savaştır bu. İnsanın kendiyle savaşı… İnsanın içindeki ‘iyi’ ile ‘kötünün’, ‘doğru’ ile ‘yanlışın’, ‘güzel’ ile ‘çirkinin’ kıran kırana vuruşmasıdır bilinç alanında. İnsanın insana karşı değil hatta insanlığına ve insanlığa karşı verdiği bir mücadeledir. Zorunlu veya iradi ekran başında geçirilen her saat insanlığın biraz daha kendinden uzaklaşması, biraz daha yapaya, insanlık dışına yenilgisine yaklaşması demektir. Gerçek savaş insanın içinde olup bitendir çünkü. İçimizdeki iyilik kazanınca dışarıya ışık, içimizdeki kötü kazanınca dışarıya karanlık sızmaktadır. Dünyanın ışığı da karanlığı da ruhumuzdaki sızıntıdan başka nedir ki?
Peki ne yapmalı bu amansız gidişat karşısında? Bu küçülüş, bu değersizleşme, bu dünyadan vazgeçiş nasıl bitebilir? Ne yapmalı, nereden başlamalı insanı ve insanlığı bu habis urdan kurtarmak için? Kaybettiğimizi bulmakla başlayabiliriz belki. Kaybettiğimiz yere dönüp neden kaybettiğimizi sorgulayıp oradan yeni bir filizin ışkın vermesine ön ayak olabiliriz. İnadına kitap okuyarak, inadına kitabı yürürlüğe sokarak, inadına kitabın içine dalarak, inadına satırlar arası yolculuğa çıkarak… Gittiğimiz her yere inadına bir kitap götürerek, boş bulunduğumuz her hale, zamanın her bir boşluğuna bir kitap cümlesi ekleyerek. Güncel yaşamımızı yeniden Kitaba göre ayarlayarak, ömür muhasebemizi bir daha Kitap üzerinden, kitap için, kitaba dair yaparak. Kitap, ekrana yenilmemeli, kitabın ekrana yenilmesi demek, insanın mekaniğe, insani olanın insanlık dışına, doğal olanın yapaya yenilmesi demektir. Kaldı ki tecrübe edilmiş bir geçmişi var kitabın. İnsanın başladığı noktaya kadar götürebileceğimiz bir tarihi var. Düşünmeye başladığımız andan itibaren kayıt altına aldığımız her şey kitaplarla taşındı bugüne. Bugünden geleceğe de onlarla taşınacak. Dijitaliteninse bir tarihi yok, bir sağlaması yapılmış değil. Nevzuhur, apansız kucağımızda bulduğumuz bir bomba bu. Ansızın yakalandığımız bir ur, çağın yüzümüze karşı bağıra bağıra dikte ettiği bir hastalık... Bu uru daha ne kadar taşıyabiliriz, bu hastalıkla daha ne kadar yaşayabiliriz? Yüz yıl mı? Belki… Bin yıl mı? Hayır, dijitalin ömrünün de insanın sabrının da o kadarına yetmeyeceğini biliyoruz. Bir gün elektrikler gider, bir gün fırtınalara yenilir kablolar, bir gün çipler bozulur. Ruhun da depremleri var…
Hangimiz geleceğini yüzde yüz emin olmadığı ellere teslim eder ki? Kendi geleceğini… Kaldı ki ruhların dijitale emaneti insanlığın istikbalinin emanetidir. Kaldı ki dijitalitenin merhameti yok. En zalim insanın bile günün birinde merhamete gelme ihtimali var ama en mükemmel bilgisayarın yok… İçinde merhamet taşımayan bir mekanizmaya insanın bugüne kadarki bütün birikimini emanet etmek hangi sağduyulu medeniyetin eseri olabilir? Kim, ne yaparsa yapsın ama kendisine kitap indirilen, kitaba göre yaşayan, kitaplı bir medeniyetin mensupları kitaptan asla vazgeçmez, vazgeçmemeli?
Bir kitaba doğduk. Bir kitabın ayetleriydi kulağımıza ilk çalınan. Bir kitap büyüttü bizi, adam olduk. Bir kitaba göre evlendik, bir kitaba göre öleceğiz. Bir kitabımız var ve ondan asla vazgeçmeyeceğiz velev ki kitap koynumuzda ölelim… Koynunda kitapla son nefesini veren ile koynunda cep telefonuyla son nefesini verenler arasındaki fark ne kadar da derin... Hangi safta yer alacağınıza siz karar verin. Eğer hala karar verecek bir tercih alanınız kalmışsa… Kitaplar ölmez sonuçta, insanlar ölür ve bir ölünün sarılacak kitabı da kalmamışsa ‘bat dünya bat!’