Dijitale Karşı Birey
Bağlılık iyi, bağımlılık kötüdür. Bağlılık bağımlılığa dönüştüğünde insana zarar vermeye başlıyor. Bağlılıkta ölçülü bir aidiyet, bağımlılıkta ise ölçüsüz bir vazgeçiş var çünkü. Bağlılık hayata bağlıyor ve yüceltiyor, bağımlılık ise hayattan koparıyor ve alçaltıyor. Göğü görmek için gözlerin yukarı, ekrana bakmak için aşağı çevrilmesi gerekiyor.
Akıl bağlılıkla ilgidir, ip kökünden gelmesi ve insan ile rastladıkları arasında bir bağ kurması doğrudan buna işarettir. Ancak akıl ipi bazen aşırı tutkunun oyununa gelerek algının savunma mekanizmalarını çökertir, onu nefessiz bırakır. Bağımlı olmak budur işte. Dünyadaki hiçbir inancın aşırılıktan hoşlanmamasının sebebi de budur. Ölçüsüzleşen tasarrufların hemen hepsi maraz doğurur. İnsan ölçü üzere yaratıldığından, bünyesine uygun olan, dengedir. Dengeli düşünme, dengeli hissetme, dengeli yürüme, dengeli bakma, dengeli beslenme, dengeli yaşama… Dengesizliğe yönelik çağrışımların doğrudan bozulmayı işaret etmesi nesne ile insan arasındaki sağlıksız ilişkinin de temelidir. Tam da bu noktada insan için dengesizlik dünyayla arasındaki mesafenin bağlılıktan bağımlılığa dönüşmesi anlamına geliyor. Dünyaya bağlılığın kendisi bile bağımlılığa tahvil edildiğinde ortada kocaman bir korku bırakıyor. Ölüm korkusunun sebebi insan ile hayat arasındaki dengenin hayat lehine bozulması ve ölümün hayatın sınırlarına girerek onu felç etmesidir. Ölüm korkusu tam olarak hayat dengesinin yitmesi, hayata aşırı bağlılığın yarattığı ‘hep olma’ bağımlılığıdır.
Bağlılık iyidir ama bağımlılığın iyisi kötüsü olmaz. Bağlılık bir varoluş biçimidir çünkü, bağımlılık ise varoluşun bağımlı olunana emanetidir. Bağımlılık üstelik kötü bir emanetçidir. Aldığını bir daha vermeme üzerine kurgulanmıştır ve her daim olandan biraz daha fazlasını ister. Sapkınlık ile bağımlılık arasındaki fark, sapkınlığın bütünüyle kötü olana/görünene yönelik olması; bağımlılığın ise kötü/iyi ayırt edilmeksizin her türden ayartıya açık olmasıdır. Her bağımlılık bir sapkınlık olmasa da rahatlıkla sapma olarak nitelendirilebilir bu yüzden. Dijital bağımlılığı, dijitale bağımlılık tam da böyle bir şeydir. Sosyal, kültürel ve sanayi alanında kullanılan ‘dijilatile’ bir bağlılığı, bireysel anlamda ve araç olmanın bir adım ötesinde kullanılan dijitalite ise bağımlılığı içermektedir.
İçinde iyinin de kötünün de olduğu, zarar verdiği kadar fayda getirdiğine de inanılan bir düzlemi vardır dijitalitenin. Kötülüğü mutlaklaştırılamadığı için aşırısının kötü olarak algılanabileceği bir üretim olarak tahayyül edilmesinin sebebi budur. Üstelik bir de isteseniz bile ondan vazgeçme şansınızın olmayacağı bir dünya kurulmuşken onu büsbütün ortadan kaldırmak, görmezden gelmek mümkün görünmemektedir ama kullanma sınırlarını geçip kendinizi kullandırmaya başladığınız andan itibaren de o ekranlardan içinize sayısız kötülük akmaktadır. Bağlılık ile bağımlılık arasındaki çizgi tam da burada ortaya çıkmaktadır: Bilgisayara, cep telefonlarına, internete, fiber optiğe bağlıyız. Hayatın her alanında bir muhtaçlık söz konusu bunlara... Evinizin güvenliği, mahallenizin, şehrinizin güvenliği, hastalıklarınızın teşhisi, yolculuklarınız, açlığınızın bir an önce giderilmesi ve bu yazının size ulaşması dahil atmosferin hemen bütün boşluklarında cam ekran düzenekleri yardımınıza koşuyor, bundan nasıl vazgeçeceksiniz ki? Daha doğarken bile hastalıklı yahut sağlıklı oluşunuzun, kilonuzdan tutun da beyin loplarınızın mahiyetine kadar nasıl biri olacağınızın ön testini yapan devasa bir kurgu var ve bunun karşısında olmak, hayatın karşısında olmak kadar abesle iştigal hale gelmiş. Öte taraftan, kötücül bir yazgı kurucu edasıyla, durduğu yerde durmuyor dijitalite, hep üstünüze geliyor. Kendinizi ne kadar verirseniz o kadar fazlasını istiyor, hep bir fazlasını alarak hayatınızı bile pazarlık masasına oturtuyor. Üç yaşındaki çocuktan otuz üç yaşındaki insana etkilemediği, etkisi altına almadığı, ağına bağlamadığı hiç kimse yok. Ve ağın içinde olmak, yaşamın içinde olmak anlamına gelmiyor ne yazık ki, ‘ağın içinde yaşamak’ anlamına geliyor. Tıpkı bağlı olmanın arta arta bağımlılığa dönüşmesi gibi…
Bağımlılıkta, bağımlı olduğunuz şeyin dairesine girdiğiniz andan itibaren onun dışındaki her şey görünmezleşir, yok olur adeta. Dijitalitenin insana yaptığı tam da budur. Ağın içine girdiğiniz andan itibaren ağın dışı yoktur. Dünyadan kopmuş, başka bir gezegene gitmiş ve oranın kurallarına tabi olmuşçasına dönüşürsünüz. Üstelik yok edici, sersemletici, törpüleyici ve nitelik soğurucu bir dönüşümdür bu. Cam ekran karşısındaki cildinizin yüzey tabakasında meydana gelen şişlikler, morluklar, köpürmeler ruhunuzda da görülür. Bilinciniz kendisi olmaktan çıkar, karakteriniz kendi karakteriniz, insanlığınız kendi insanlığınız olmaktan uzaklaşır. Ekran karşısındaki insan, ekran ile yüz karşılaştığı an ekran yüklemesine maruz kalır ve yüz, ekranın dışına bakma cesareti göstermediği sürece onun tarafından kontrol edilir, esir alınır, güdülür, kişiliksizleştirilir, paçavraya dönüştürülür. Bilgisayar oyunu oynayan çocukların, gerçeğinden daha çok kendini oyuna vermeleri ve yenildikleri an küsüp gitmek yerine kırıp parçalama eğilimi göstermeleri ‘dijital bağımlılığın’ sapkınlıkla olan akrabalığına delalet eder. Toplum içindeyken son derece korunaklı olduğu halde, ekranın karşısında mahremiyetinden sözümona kendi iradesiyle vazgeçen insanların insanlık dışı paylaşımları da bu kabilden sapkınlığın sayısız örneklerini barındırır. Oraya kadar gitmeye de gerek yok aslında: Ekranı görür görmez bilincin kilitlenmesi, onun çağrısına sorgusuz sualsiz icabet etmesi ve oraya geçtiği an zamanı unutması başlı başına bir sapkınlık örneğidir. Dijitale özgü bütün ekranlar bilincin narkozlarıdır. Uyuşma ve uyuşukluk kısa süreliğine hayattan vazgeçiştir. Dijital ekran ise uzun süreliğine hatta belki sürekli bir hayattan vazgeçişi vazetmektedir. Dijitalite bir taraftan vücudunuzu ekrana kilitleyerek bedeninizin günlük yapması gereken hareketlerden mahrum bırakarak bedeni kötürümleştirirken öteki taraftan bilicinizi kilitleyerek ekran dışındaki gerçeklikle aranıza sayısız mesafe örerek bilincinizi nötralize eder. Böylece, aşama aşama hem bedenen hem de zihnen ve ruhen obezleşen yeni bir tür devreye girer ki bu türün en belirgin özelliği insanlığın bugüne taşıdığı neredeyse bütün değerlerin dumura uğraması, insan ile gelenek arasındaki bütün kabloların kısa devre yapmasıdır.
Bütün bunlardan dolayı kaderin kontrolü sembolik olarak gökten alınıp ekrana devredilmiş gibi görünmektedir. Bu doğal olarak, kaderin nitelik ayarını da yaratmaktadır: Tanrı’nın iyilik kötülük sınırı ile dijitalin iyilik kötülük sınırı birbirinden çok farklıdır ve kader dijitalin belirlediği değerler üzerinden inşa edilmeye başlandığı andan itibaren Adem’in sulbünden gelmiş bir türden ziyade aletin sulbünden gelmiş bir türden bahsetmek gerekecektir. Adem’in doğduğu yer olan Arabistan coğrafyasında onun ölümünün ve kendisine vatandaşlık verilen Sofya’nın doğum kutlamalarının yine ölüm ve doğum ritüellerine uygun şekilde icra edilmesi insanlık tarihinin makas değiştirme kavşağına yapılan güçlü bir vurgudan başka nedir? İbrahim peygamberin putları kırmakla suçladığı put insanlıktan öcünü alıyor belki de, kim bilir? Tanrı’ya meydan okumanın sembolleri olan ve kutsal kitaplarda ‘put’ olarak anılan heykeller sanki bilgisayarlar üzerinden O’nun yarattığı insanı robotlarla yok etmeye soyunmaktadır. Çetin bir mücadele bu ve göründüğünden çok daha uzun sürecek…