Dijital kozmosun bükülmesi
Metal bir çubuğun iki ucu, o
çubuğun bir birine en uzak iki noktasıdırlar.
Eğer, çubuğu bükerek bir
çember yaparsanız en uzak iki uç, bu kez birbirine en yakın iki nokta haline gelirler.
Çin ile Batı arasındaki 300
yıllık gelişmişlik mesafesi, metal çubuğun bükülmesi gibi “dijital kozmosun bükülmesi” ile sıfıra indi.
Dijital kozmos
asırlarca uzaklıktaki imkânları,
fırsatları, bilgiyi, teknolojiyi saniyeler içinde Çin’in burnunun ucuna
getirdi.
Çin, 1949’da girdiği Komünizm
girdabında uzun yıllar debelendi, 1980’lerde öyle bir hale geldi ki, Çinliler
bir lokma ekmeğe muhtaçtılar, açlıktan, karınca yiyorlardı.
Çin, o zelil duruma bir “Batı” ürünü olan komünizm marifetiyle
sürüklenmişti. Yılan, çıyan, akrep, kedi, köpek yemeye o sefalet ve kıtlık günlerinde alıştılar.
Çin, Mao sonrası Deng Şiaoping liderliğinde komünizmi ters-yüz ederek depara kalktı.
Çinliler, 5.000 harflik, lise son sınıflara değin
ancak öğrenilebilen binlerce yıllık
alfabeleriyle Batı’yı solladılar. Çin’in kapısında bugün Batılılar, sipariş
kuyruklarında bekliyorlar.
Türkiye’nin
1800’lerde başlayan modernleşme çabaları
1980’lere gelindiğinde, tam bir fiyaskoydu.
Türkiye bir buçuk asra yakın
çıkmazlarda dolaştı.
Tiyatrolara
gitmekle, Batı musikisi dinlemekle, piyanolarımız olmakla, rakı içmekle, fötr şapka giymekle ileri ülkeler düzeyine erişeceğimizi zannettik.
İslam’la aramıza ne kadar
mesafe koyarsak o kadar ileri gidecektik.
Cumhuriyet’e kadar İslam’la aramızdaki
mesafeyi açtıkça açtık.
Cumhuriyet’le birlikte öyle
bir noktaya geldik ki; S. Huntington’un değerlendirmesi ile “Mekke’yi reddettik!”
Sonuçsa; yine Huntington’un tespitiyle “Brüksel tarafından reddedilmek”ti.
1000 yıllık müktesebatımızı
heba ve feda etmemize rağmen, ne
modernleşebildik, ne de “Batılı” olabildik, üstüne üstlük “Brüksel tarafından da reddedildik”.
1980’lerin başlarında bir
yıllık ihracatımız 2 milyar doları ancak geçiyordu. O günlerin dillere pelesenk
olmuş tabiri ile “toplu iğne dahi
yapamıyorduk” ve de toplu iğneye
dahi muhtaçtık.
“Mekke’yi reddedenlerimiz” son kertede, umutlarını Komünizm’e bağlamışlardı.
Zira, komünizm, “İslam’a uzaklığın” en uç noktasıydı.
Türkiye’yi komünist yaparak Nirvana’ya ereceklerdi!
O günlerde Sovyet işgalinde
inleyen Türk Dünyası açlıktan kırılıyordu.
Günlük gıdaları sadece ekmek ve margarinden ibaret kahvaltıydı, ertesi güne
kadar başka yiyecek bulamıyorlardı. Komünizm
mahvetmişti.
İşte böyle bir dünyada, “Mekke’yi reddedenler”, kör saplantı ve
cehaletle Türkiye’yi komünizme zorluyorlardı.
İslam nefreti öyle ağır
basıyordu ki, bu kinle, ülkeyi 12 Mart ve 12 Eylül’e sürüklediler.
28 Şubat diğer ve son tangolarıydı.
Türkiye’yi, Türkler üzerinden komünist yapamayanların,
Kürtler üzerinden murada erme
projelerinin adı PKK idi.
Bugün baş belamız olan PKK’yı
o günlerde “Mekke’yi reddedenler” kurdular,
kurdurdular.
Bugün, bu nedenle, PKK halâ, Marksist-Leninist’tir.
Bugün halâ, “Mekke’yi reddedenler” güneyimizde bir
PYD devletine aş ermekteler.
1980’lerde, Türkiye’nin
imdadına Özal yetişti.
Özal, Çin’le
eş zamanlı olarak, Türkiye’yi atağa kaldırdı.
90’larda, Özal’ın
katledilmesini takiben 10 yıllık
fetretin ardından 2000’lerde atak sürdürüldü.
Türkiye için de dijital kozmos bükülmüştü.
İki asırlık mesafe nerdeyse
kapandı, kapanıyor.
Bir paradoks ama, bugün
Türkiye “modern”leşerek, “Osmanlı”laşıyor.
Artık, Anadolu’dan dışarı adım atmaya korkan bir Türkiye yerine, Libya’da, Azerbaycan’da, Suriye’de, Afrika’da cirit atan bir Türkiye var.