Dijital kibirden dijital küstahlığa
Dijital çağ insanı kibir üzerinden vuruyor. Ürettiği kendine mahsus teknolojiyle muhatap ve tüketicisine hiçbir hareket alanı bırakmaması onun gerisindeki zihniyetin mutlak kibrine dairdir. İnsanlığın tarihinden bile eski olan kibir, dijitaliteyle birlikte altın çağını yaşıyor. Hem içeriden kanser hücrelerini çoğaltarak hem de dışarıdan bir sarmaşık gibi insanı ve onu çevreleyen ortamı kuşatarak insani öze dair ne varsa hepsini silip süpürüyor. Bilgiyi, birikimi, etik ve estetik değerleri törpüleyerek iç dünyaları camlaştıran dijital kibir; bu içerik boşalmasından, bu duygusal kuruluktan yararlanmak suretiyle her insanda ötekine karşı öngörülmez, ancak her an patlamaya hazır, hınzır bir lav kümesi olarak varlığını belirginleştirirken dışarıdan da bedene kısa devre yaptıran cep telefonları üzerinden cümlelere öfke bulaştırıyor ve neredeyse ekrana yazılan her cümlenin gerisinde öfkeye tutunmuş sayısız kibir kaleleri kendini gösteriyor. Son olarak WhatsApp’ın aldığı bir kararla tüketicilerinin bütün verilerini kullanma talebi, aslında dijital aklın gerisinde yatan kibrin hayatın her zerresine yayılması, kendisi dışındaki her insanın mahremiyetini yok ederek bu kibir karşısındaki bütün öznellikleri dağıtmaya yönelik bir stratejisi olarak düşünülebilir.
Cevap vermemek kibre dairdir. Yüz yüzeyken gerisinde ikrarın durduğu sükut cam ekranlar söz konusu olduğunda, bu vasfını yitirip doğrudan doğruya kıymet vermemenin, adam saymamanın gerekçesine dönüşüyor. Geçmişte de “ehli kubur”, “ehli sagire” tepeden bakardı ama yan yana gelindiğinde en azından insan olma fısıltısının etkisiyle belli düzeyde ve geçici de olsa karşısındakinde kendini görmenin meydana getirdiği bir insani zemin oluşurdu ve bu bedensel temas kibre elbise giydirirdi. Sanki dijital platformların zihnin yedeğine aldığı total kibir, teknolojiyi üretenlerden onu tüketenlere sirayet etmiş de ekranların dayattığı bu hastalık insandan insana bulaşıyormuşçasına dalga dalga yayılıyor. Artık bedenlerin ciltleriyle törpülediği, yatıştırdığı gizil kibirler olabildiğince çıplak bir görüntüyle dolaşıma çıkmış durumda. Bugün sanal dünyada hemen her gün, ehli kibrin ehli sagire yönelik sayısız kaba saldırılarıyla karşılaşıyoruz.
Eskiden en yukarıdakiler enerjilerini daha makul alanlara harcamak için az konuşur, bazen de durumu jestlerle, mimiklerle geçiştirir, işaret diline başvururlardı. Krallar, padişahlar, ehl-i rical, bırakın cümle kurmayı, muhataplarından yüzlerini bile gizler, bırakın onlarla gözlerinin içine bakarak konuşmayı, başları öne eğik biçimde ağırlar, dinler, sonra da vaziyeti ya birkaç kelimeyle savuşturur veya tek bir el hareketiyle huzurlarından ait oldukları yere iade ederlerdi. Şimdiyse kibir bakışlardan ışık hızıyla yayılıyor omuzlarınıza. Hangi rical kapısından içeri girerseniz girin, daha kapıda sizi kibir karşılıyor ve tepeden tırnağa varlığınızı süzerek daha buyur edilmeden, oturmadan göz ucuyla saatlere bakılarak ne zaman çıkacağınız sorgulanıyor. Gregor Samsa’nın böcekleşme hikayesindeki kabuk tam da çağımızın kibir zırhı…
Ancak hak edene cümle kurarız ve bütün insanlar kendilerine cümle kurulmayı hak eder. Günümüzdeyse cevap vermemek veya cevabı ertelemek kendini cep telefonları üzerinden ifadelendiriyor. İnsanların içindeki derin kibri kıyıya vurduran ve onu görünür kılan turnusol kağıdı cep telefonlardaki aramalarda ete kemiğe bürünüyor. Dijital çağın tasannusu cep telefonlardaki cevapsız veya ertelenmiş aramalardır. Cep telefonlarının işlevlerinden biri de kendini onun arkasına gizlemedir. Bedenini görmediğiniz ve onlara görünmediğiniz için insanlara cevap vermemek çok daha kolaydır şimdilerde.
İstisnaları vardır ama güvensiz olduğu için cep telefonunda kayıtlı olmayan numaralara genelde bakmazsınız. Telefonunuz çalar ve orada bir isim görünür. Onlardan biri içinizde ferahlık oluşturur ve hemen daha ilk çalışta açarsınız, öteki olsa da olur olmasa da olur kabilindendir ve biraz çaldıktan sonra açarsınız. Bir sonrakilerle sonra konuşulsa da olur, ertelersiniz ve tekrar dönmezsiniz. Daha da kötüleri vardır ki ismini görür görmez içinizde menfi duygular oluşur, dalga dalga büyür, bütün ruhunuzu kaplar ve neredeyse o gününüz kötü geçer. İşte bunlar, uzak bir geçmişte, bir zamanlar arkadaş olduğunuz, dost olduğunuz, bir davaya inandığınız kişilerdir ve artık, varılan noktada onlar ile aranızda o kadar büyük bir fark oluşmuş, o kadar derin mesafeler açılmıştır ki hala aramalarına bir anlam veremezsiniz. Ne sanıyordur kendilerini onlar? Hala bıraktığınız yerde durmaktadırlar ve orada, sizin durduğunuz yerde sanmaktadırlar kendilerini? Bu ne cürettir, bu ne haddini bilmezlik ve hatta küstahlıktır ki öncesinde mesaj atmadan sizi aramakta, hatta cevap vereceğinizi ummaktadırlar? Bu, yola çıkılan yer ile varılan arasındaki mesafeyi gösterdiği kadar gerçekte sizin vardığınız yer ile onların durduğu yer arasındaki mesafeyi de göstermektedir. Bu, sizi arayanın iç dünyasındaki içerik ile sizin iç dünyanızdaki içerik farkını da göstermektedir. Tahammül edemediğiniz şey, hala bu gerçeğin görülememiş olması kadar kat ettiğiniz onca yolun alınmamış gibi görülmesi, elde ettiğiniz başarılara kör kalınması, kör göze parmak sokulmasıdır hatta. Öfkeden kudurursunuz. Bu kadar çalışılmış, didinilmiş, emek harcanmış, yol alınmış, bunca insana hükmedilmişken hala orada olduğunuz mu sanılmaktadır? Yazıktır gerçekten, yazık edilmiştir size ve buğz kine dönüşür neredeyse. Derin kibrin küstahlığa dönüştüğü nokta burasıdır.
WhatsApp’ın aldığı karar bir sonuçtur. Üretmediğiniz şeyin tüketim nesnesine dönüştüğünüzün resmidir ve çok da önemli değildir aslında. Çünkü bu karar uygulansın uygulanmasın iç dünyalar zaten WhatsApp’ın istediği formata evrilmiştir. Zaten artık hangi yüze baksanız camlaşmış bir yüzey, donmuş bir ifade, kaskatı kesilmiş bir vicdan görüyorsunuz. İnsanın buharlaştığı yerde, insanlığı arama çaresizliğinin yarattığı bulanık sularda yüzüyoruz.