Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Dijital Gençlik

Başka bir dünyanın eseri onlar. Önceleri yok, sonraları da olmayacak gibi... Gelenek hikaye, gelecek safsata onlara göre… Sadece şimdiyi yaşıyorlar, annelerinin ve babalarının değil şimdinin çocukları çünkü onlar.

Hayata gözlerinden bağlılar. Bütün yolculukları göz ile parmak arasındaki mesafeden ibaret. Çıkıp dolaşma, bağ bahçe gezme, uzun yürüyüşler yapma, o derenin kıyısına inme, bu dağın ardını görme, o denizi geçme, şu ormana dalma birer nostalji onlar için, hayatın kendisi ise parmak uçlarının dokunduğu klavyelerde. Parmaklar ayakların, ekranlar coğrafyanın yerini aldı.

Önceden dünyada yaşıyorlardı, kafaları da eh biraz dünyanın biçimine benziyordu. Şimdiyse ekranlarda yaşıyorlar, kafalarının gittikçe yuvarlaklığını kaybetmesinde, gittikçe dikdörtgen biçimini almasında şaşılacak ne var? Doğu ovaldi kaybetti, Batı çizgiseldi kazandı. En azından şimdilik çizgi noktayı yenmiş görünüyor. Ve insan dahil, bütün üretimler çizgisel bir şemale bürünüyor.

İnsan bedeni de öyle. Uzuvlar ayrıntısını yitiriyor, pürüzsüz camlar gibi yakında enseye benzeyecek insan yüzleri. Biz yeryüzünün coğrafyasını değiştirmeye, ondaki ayrıntıları yok etmeye duralım, ekran çoktan beri yüzümüzü Afrika çöllerine benzetti bile.

Dijital gençliğin en belirgin özelliği parmakları ile gözleri. Her an, her saniye otomatik olarak parmakları işliyor. Her an, her saniye, gözleri görüntü arıyor. Parmakları o kadar uzun süreliğine ve öylesine klavyenin üzerinde dolaşıyor ki yazı yazmayı, resim çizmeyi unutuyorlar. Gözleri o kadar çok ekranları dolaşıyor ki rüya görmüyorlar. Şimdi rüya görmüyorlar, yakında hayal kuramayacaklar. Rüyası olmayanın hayali olur mu ki?

Elleri her saniye tuşlarda… Yakınını kaybetmek üzere olan insanların hastaya sürekli dokunma isteklerine benziyor cep telefonlarına dokunuşları, okşayışları, sevişleri… En çok baş ve işaret parmaklarını kullanıyorlar. Yakın bir gelecekte işaret parmağı bu mesafe alışla diğerlerini geride bırakacak, uzak ara uzayacak ve ötekilere tepeden bakacak. Sorun yaratır mı bilinmez ama galiba bir zamanların fiyakalı kar yürüyüşlerindeki elleri cebe koyma adeti bu baş parmak yüzünden tarihe karışacak gibi, benden söylemesi...

Gözleri genellikle hep kanlı… Uzağa bakmamaktan, uzağa bakmayı unutmuşçasına, dışarı çıkınca önce geçici bir sersemlik hissi yaşıyor, adapte olmaya çalışıyor, ışığa ayarlı farlarda olduğu gibi sensörlerin yeri değişiyor, bir adaptasyon sürecinin ardından “dışarı bakış” devreye giriyor. Ama orada bile, daha göğü sevip okşamadan, daha baharın ağaçlara bağışladığı tomurcukları temaşa etmeden, daha insan kardeşlerini şöyle bir süzmeden, hemen, ilk harekette baş parmak ile işaret parmağı cep telefonunu kavrıyor, daha birkaç dakika önce, evde son kez baktıklarına bir daha bakıyor. Üstelik öyle bir hipnoz ki bu, ekranla karşılaşan göz bir daha dışarıya bakmayı reddediyor. Ta ki belediye otobüsü gelene, orada kendine bir yer bulup oturana kadar. Birkaç saniyelik bulanık otobüs camı görüntüsünün ardından yine cep telefonu ekranında mayışmış, mahmur, sersemletici bir gezinti… Dijital gençlik için dışarı çıkmak adımlar için ne kadar zorsa yüzünü cep telefonundan göğe kaydırmak da o kadar zor ve meşakkatli geliyor.

Parmaklar en şanslısı yine de… Ayakların, kolların hatta başın bile yapması gereken işlerin pek çoğu ona havale edildiği için bu süreçte parmaklar Lamark’ın teorisinden güçlü çıkacak. Geleceğin dünyasında işaret parmağı başta olmak üzere, insan vücudunun en işlevsel organı gözden sonra parmaklar olacak. Hatta belki o kadar uzayacaklar ki biz yürürken ayak izlerimize parmak izlerimiz karışacak, tabii elbette o zamana kadar asfaltlanmamış ve iz bırakabilecek bir toprak parçası kalmış olursa... Ama elbette kavramak için, tutmak, taşımak, zorlamak için değil, dokunmak için harekete geçecek parmaklar… Eğer günün birinde teknoloji zihnin verilerini göz üzerinden klavyeye aktarmayı becerirse işte o zaman üzülebilirler ama o zamana kadar saltanatının keyfini çıkarmaya devam edebilir parmaklar.

Bu süreçte damağın ceremesini mideler çekiyor. Hazır yiyeceklerin, dondurulmuş gıdaların bini bir paraya dönüşüp doğal yiyecekler lükse dönüşünce yirmi dört saat boyunca sürekli mesai tüketen ağız yorulacak belki ya mideler genişleyip kendine zemin bulamayınca ya operasyona tabi olacak veya fesattan devre dışı kalacak. Ama gövdenin ağırlığının insanı yerçekimine daha da mahkum edeceği ve sürünmenin adım atma ile yer değiştireceğinin habercisi ülkeler var.

Bütün bunlar içinde en şanssız olan ise beyin… Zavallı, hep kendine sunulanın peşinden gitmek zorunda kalıyor, yalısının peşinden kuyruk sallayan köpek gibi sürekli yenilenen ama akışı hiç kesilmeyen görüntülerin peşinden koşturup duruyor. Görüntü ayartıcılığı beynimizi bir sefaletten bir başkasına sürükleyip duruyor. Tüketmeye ayarlandığı için üretmeyi hiç hatırına getirmiyor. Ürettiği de zaten üretmesi istenenler…

Sağ olsunlar, yeni meslekler de türedi bu sayede. Blogger, youtuber, bilmem başka ne “ber”lar… Beynin istirahatinden korkulmalıdır. Tekrar ayağa kalktığında yere düşebilir her an. İçeriden kilitlendiği için ihtiyaç halinde başvurulursa kapıyı açmayabilir, haberiniz olsun. Tavsiyem, en azından arada bir kapıyı tıklatarak şöyle bir içeri göz atıp lobların yerinde olup olmadığını, brokanın hala işleyip işlemediğini kontrol etmeniz, çünkü, öyle görünüyor ki parietal, temporal ve oksipital her an frontale taşınmış ve onun tarafından yutulmuş olabilir, benden söylemesi.