Dijital Dünyanın Yalnızlığı
Sosyal medya, bir zamanlar insanları bir araya
getiren, yeni bağlar kurmalarına olanak sağlayan bir platformdu. Ancak
günümüzde, bu mecra bireylerin yaşamlarını sergilemek ve birbirlerinden üstün
olduklarını göstermek için kullandıkları bir yarış sahasına dönüştü. Gerçeklik
ile gösteriş arasındaki bu ince çizgi, hem bireysel mutluluğumuzu hem de
toplumsal ilişkilerimizi zedelemeye devam ediyor.
Düşünsenize, bir kafede oturuyorsunuz ve yan
masada biri, papatya çayının buğusunu yakalamaya çalışarak telefonuyla fotoğraf
çekiyor. Ama o sırada çay soğuyor. O fotoğrafı beğenenler ise çayın
rahatlatıcı etkisine ya da lezzetine değil, yalnızca "ne kadar estetik
göründüğüne" odaklanıyor. Aynı anda başka bir masadaki birisi, "Benim
çayım neden bu kadar güzel görünmüyor?" diye düşünüp hayatını sorguluyor. Hepimiz
küçük bir ekranın arkasından birbirimizi izliyoruz, ama kimse gerçekten bir şey
hissetmiyor.
Dijital dünyada artık her şey "daha çok
ilgi" için yapılıyor. Paylaşmak, bir ihtiyaçtan ziyade bir görev
haline geldi. Tıpkı mahallede yeni aldığı arabayı herkes görsün diye apartmanın
önüne park eden komşu gibi. Ancak fark şu ki, sosyal medyada bir şeyi
göstermeden önce üzerine bir sürü filtre ekliyoruz. Papatya çayı, araba ya da
bir tatil karesi... Gerçeklik, estetik bir illüzyona dönüşmüş durumda.
Bu da yetmiyor. İnsanlar artık arkadaşlarına
mesaj atmaktan çok, "beğeni" ile iletişim kuruyor. Bir düğüne
katılıp, "Harika bir geceydi!" diye fotoğraf paylaşan kişi, aslında
gece boyunca masanın köşesinde sıkılarak oturmuş olabilir. Ama o fotoğraf, bir mutluluk
simgesi olarak tüm dünyaya yayılıyor. Kimse gerçeği sorgulamıyor.
Bir diğer örnek ise kişisel başarıların
sergilenişi. Herkes bir şey "başarmış" gibi görünüyor. Spor salonunda
koşu bandında iki dakika koşup, "Sabah sporu, enerji dolu bir gün!"
diye paylaşan kişi, aslında o iki dakikadan sonra bir köşede nefes nefese
kalmış olabilir. Ama o paylaşım, izleyenlere "Ben senin yapamadığını
yapıyorum" mesajı veriyor. Sonuç? Başkalarının sahte enerjisiyle
kendimizi yetersiz hissetmek.
Dijital platformlar bizi yalnızlaştırıyor. Çünkü
ilişkiler bile artık stratejik bir hal aldı. Doğrudan mesajlaşmalarda bile samimiyet,
yerini "takipçi artırma taktiklerine" bırakmış durumda.
Arkadaşlıklar, bir dost eli sıkmaktan çok, bir gönderiyi beğenmekle ölçülür
oldu. Ama burada asıl trajedi şu: Hepimiz bu düzenin bir parçası haline
geldik ve bu oyunu oynuyoruz.
Bu kısır döngüyü kırmak mümkün. İnsanlar,
yüzeysel içeriklerden ve samimiyetsiz iletişimden sıkılmaya başlıyor. Daha
anlamlı paylaşımlar, daha gerçek ilişkiler mümkün. Ama önce şunu sormamız
gerekiyor: Neden burada olduğumuzu gerçekten hatırlıyor muyuz? Eğer
cevabımız "birlikte daha iyi bir dünya kurmak" ise, bu yarıştan çıkıp
tekrar gerçek anlamda bağ kurmayı öğrenebiliriz. Belki de papatya çayımızı
fotoğraflamak yerine, onun sıcaklığını hissetmeyi tercih edebiliriz.
Unutmayalım: Bağ kurmak için önce bağlantıdan
kurtulmamız gerekebilir. Eğer bu farkındalığı yakalarsak, dijital dünyanın
yalnızlığını aşabilir ve yeniden gerçek ilişkiler kurabiliriz. Hepimiz, anlamlı
bir bağ kurmanın ve samimiyetin peşinde olmalıyız; çünkü insan, ancak başka bir
insanın yüreğine dokunduğunda gerçekten var olur.