Dijital Dil
Dijital dil bir geri çekilmedir. Zihnin geri çekilmesi, iradenin geri çekilmesi, eylemin geri çekilmesi, hatta insanın... Dil üzerinden kurgulanan bütün varoluş biçimleri yine dili vasıta kılarak kendilerini sonsuz ufuklara taşıdılar. Tarih boyunca dil, ilerlemenin de kendini öteki canlılardan ayırarak özel bir yere konumlandırışın da en önemli trampleni oldu. Meram anlatmaktan başlayarak meramını ayrıntılaştırmaya, zihnin görüş alanlarını genişletmeye, yüreğin hissedişlerini parlatmaya ve çeşitlendirmeye yönelik yolculuğunda dil, modernleşmeyle birlikte kendini ansızın sayısız ihtisas alanının kucağında buldu. Teolojiden koparak ayrılan hermeneöetik önce din bilimlerini, ardından sosyal, fen ve mühendislik bilimlerini ayrıştırdı, her bir disiplinin kendine özgü yorumu yine kendisinin kurguladığı dil üzerinden inşa edilen devasa bir epistemik alan oluşturdu. 16. yüzyıldan başlayan dilin ihtisaslaşma süreci 20. yüzyılın başından itibaren yeni bir sapağa geldi ve orada ikinci bir dönüşüm yaşadı: Dijitalizm.
Dijitalin hayatımıza girmesi yeni değildir. Oradan bir “izm” türemesi için her ne kadar bir asır beklemiş olsak da ilk işaret fişeği, diğer bütün alanlarda olduğu gibi edebiyatta yakıldı: Modernleşmenin yedeğine aldığı realizm natüralizmi, natüralizm de pozitivizmi doğurdu. Daha yüzyılın ilk çeyreğinde pozitivizm ile natüralizmin meşru çocuğu olan parnasizm cümleye resim sanatını yerleştirdi. Aristo’dan mülhem, modern dünya görüşünün Tanrılaştırdığı “göz” üzerinden dünyayı yorumlama anlayışı, doğrudan bedensi muhatabiyet alanlarını anlamaya yönelik paradigmaları meşrulaştırırken dil de nispeten soyut bir kurgu olarak kendine yeni bir partner buldu: Resim. Resimaltı şiirlerden başlayarak edebiyat ile betimlemenin sıkı bir ilişkiye girdiği bu dönem, radyolojinin keşfiyle ve mikroskobun geçmişte olduğundan çok daha belirgin biçimde hayatımıza girmesiyle cümle ile görüntünün dans ettiği sinemayı doğurdu. Potemkin Zırhlısı’nda görüntüye fısıldayan ses, sonraki süreçlerde yeni bir dil yarattı: Sinema dili. O dil evrile evrile bilgisayar diline, ardından sanalitenin bütün hücrelerine nüfuz ederek sonradan bir ideolojiye, onu da aşarak dünyayı tahakkümü altına alan devasa bir totaliter paradigmaya dönüşen dijitalizme kurban verildi. Önceki bütün süreçlerde dil zihnin, ruhun ve duyguların dışarıya taşınmasının aracı, insanın yeryüzü arayışındaki en önemli merdiveni, hatta kendini görmesi, bilmesi ve tanıması işlevini görürken birden bire görüntünün oyuncağı haline geldi. Bedenin emrine girmiş ruhun arzu patlamaları insanı nasıl önü alınmaz bir enerjiyle donatır ama aynı zamanda mekanik bir kilitlenişe yol açarsa dijitalin emrine girmiş dil de aynı şekilde önce cümlenin metastazı olarak büyük bir nicelik patlaması yaşadı, ardından o niceliğin gerisinde kalan nitelik peyderpey güç kaybederek silikleşti, bütünün içindeki fraktal ögeler olarak dijital dünyanın çirkinliklerini örten, kabalığına deri giydiren, kötülüğünü seyrelterek daha da kalıcı hale getiren bir ayartıcı misyonuna büründürüldü.
Gelinen noktada artık dijital dünyada kurulan cümlelerin gerisinde neredeyse hiçbir felsefe yoktur. Dijital ekranlar, parmak uçlarıyla hayattan kendilerine transfer edilen bütün cümlelerden felsefeyi de dünya görüşlerini de insanın bugüne değin ürettiği sayısız değeri de sansürlemekte, dil orada ancak çıplak haliyle temsil bulabilmektedir. İçeriden harika görünen balkonunun uçuruma bakması, arkasını döndüğünde beyin dahil yüze destek veren enseye ait hiçbir hattın olmaması gibi. Dijitalizm cümleyi ikiye böldü ve biçim kısmını alarak içerik kısmını buharlaştırdı. 19. yüzyıl boyunca bir atölye gibi çalışan bütün formalist edebiyat yaklaşımlarının dijitalizmin öncü kuvvetleri olduğunu ve gerçekte bir “pre-dijital evren” yarattıklarını ancak şimdi anlıyoruz. Olan olmuştur, artık bu noktadan sonra, edebiyat da felsefe de sosyoloji de tarih ve hatta ilahiyat da dijital dilin mezesi olarak vardır. Her saniye ekrana doğan milyarlarca cümlenin içine yerleştirilen bütün o şairler, filozoflar, sosyologlar, tarihçiler ve din bilimciler dijital iletişimin kenar süsü olarak kullanılıyor artık. Yazık ki Rönesans boyunca Ortaçağ resminin “palempsestin” kenar süsü olarak sayfanın solundan başlayan serüveni, ortadaki cümleleri sağdan kenara itmiş, kutsal metin süsleri sayfanın ortasını, hatta bütününü tahakkümü altına alırken kutsal metin cümleleri sayfanın dışında kalmıştır. Tıpkı dijital dilin sanat ve edebiyat dilini, dijital ekranın insanın total bedenini, dijital kodlamanın zihin ve iradeye özgü tasarrufları kendi dışında bırakarak ona yaşam hakkı tanımaması gibi. Çocukluğumuzun kenar süsü resimleri sessiz sedasız çocuklarımızın cümlelerini sayfanın dışına itiyor, farkında mısınız?..
Dijitalizm bir kilitlemedir. Tuhaf biçimde, ekran kapısından içeri giren herkes gönüllü olarak içeriden kapıyı üzerine kilitliyor. Ekranın başında olmak, hayatın kapısına kilit vurmak demektir. Ekranın başında olmak ekranın dışınki her şeyle arasına duvar örmek demektir. Ekranın başına geçmek tutsaklığı kabul, ekranın içine girmek mahpusluğu onama ve bundan memnun olma anlamına gelmektedir. Ekranın başına geçmek konuşmayı bırakıp dinlemeye koyulmak demektir. Konuşmak değil işaret diliyle haberleşmek, duygu ve düşüncelerini aktarmak değil emojiler üzerinden söz tabletleri yutarak yutkunarak konuşmak demektir.
Dijitalizm nasıl bedenin hareket kabiliyetini elinden alıyor, bedene özgü bir obezlik yaratıyorsa dijital dil de dilin beslenme kaynaklarını devre dışı bırakarak insanı dil yoksulu yapıyor. Yakın bir gelecekte kekemelerin sayısı artacak. Cümlelerin içeriği boşaltıldığı için biçim içeriğin yerini tamamen alacak, önce anlamların sonra anlayanların sayısı azalacak. Yazar da olmayacak şair de, şiir de olmayacak nesir de, filozof da olmayacak tarihçi de, herkes hem şair hem yazar hem filozof hem tarihçi olacak ama hiç kimse hiçbir şey olmayacak. Gramerler kelimelerin tehdidi altında. Yakında cümle olmayacak, işaret diliyle konuşacak insanlar. Tarih affetmez, işaret dilinin konuşulduğu o ilkçağlara düştünüz baylarım, dijitalinizi güle güle kullanın, çağınız hayırlı olsun.