Dijital devrim ve yitirdiklerimiz
Bugün bizler, insanlığın dönüşümünü de içeren yeni bir teknolojik devrimin tam da başlangıç noktasındayız. Ve söz ettiğimiz olaya "Dijital Devrim – Dijitalizasyon Çağı" diyoruz. Gözlemlerimden çıkarımda bulunmam gerekirse toplumumuz bu yabancısı olduğu yeni devrimin, hızını ve genişliğini henüz tam olarak kavrayamadı. Tüm sektörleri etkileyen değişimlere tanıklık ediyor, yeni iş modelleri ortaya çıkıyor, yerleşik düzenler yerle bir oluyor, sistemler yeniden biçimleniyor ve en önemlisi; çalışma ve iletişim kurma şeklimiz aşina olamadığımız bir değişime uğruyor; Ve tüm bunlar katlanarak artan bir hızla gelişiyor. Teknolojiler günlük olarak değil, anlık olarak varyasyona uğruyor. Boyutları, hızları ve kapsamları açısından tarihsel önem taşıyan eylemler bunlar.
Tarih boyunca yeni teknolojiler ve dünyayı farklı algılama yöntemleri ekonomik sistemlerde ve sosyal yapılarda köklü değişimler oluşturması sebebiyle, her seferinde devrimler gerçekleşmiştir.
Yaşam tarzlarımızdaki ilk büyük değişim, yaklaşık 10.000 yıl önce, avcı-toplayıcı toplumundan, tarım toplumuna geçiş ile oldu. Tarım devrimini zaman içinde büyüklü küçüklü hareketlenmeler, dünyaya yön veren devrimler ve belki de "en ateşlisi " olan 18. yüzyılda gündeme gelen bir dizi sanayi devrimi izledi.
Birinci sanayi devrimi daha genel, oldukça makro düzeydeydi ve toplumsal, siyasal ve ekonomik yapıları etkiledi. dijital teknoloji ise mikro düzeyde oldu ve daha büyük etkiler yarattı. Çünkü birincisi insanların bedenlerinin uzantısıydı. İnsanlar bedenlerinin uzantılarını icat etmişlerdi. Daha makro düzeydeki yapıları etkiledi fakat dijitalleşme insanların beyninin uzantısı oldu. Mikro düzeydeki pek çok yapıyı, süreci ve ilişkiyi etkiledi. Dolayısıyla gerçek anlamda kültürel değişim oldu.
Dijital devrim ile başlayan internet, akıllı telefon ve bağlantılı makine sistemleri, dünya yaşamının tüzel ve özel evrelerini ele geçirdi. Bu devrimle, teknolojiler geliştikçe internet üzerinden iletişim kuran büyük bir güç meydana getirdi: SANAL DÜNYANIN SOSYAL MEDYASI...
Matbaanın icat edildiği günden bugüne, çağa yön veren birincil güç basın -yayın ( Medya) olmuştur. Bu yeni dijital dünyanın da sihirli çubuğu klavyeler oldu.
Sosyal medya: bilgisayar veya akıllı telefon kullanan kişilerin, internet üzerinden oluşturabilecekleri her türlü yazılı, sesli ve görüntülü iletişimi ve paylaşımı sağlayan görsel medya. Açıklamasını yaparken fayda sağlayan gerekli bir buluş havası veriyor ancak bu havanın içinde, insan ruhunu kemirgen gibi sömüren zehirli maddeler de bulunuyor. Sosyal medya hayatımızda yokken kafamız çok daha rahat, zamanımız oldukça genişti diyeceğim ve belki de sizlere boş senaryo girişi izlenimi vereceğim ama oldukça dolu dolu söylüyorum sosyal medya yokken insan daha çok vardı!!!
Hatta bilgisayarımızın, internetimizin ve cep telefonumuzun olmadığı zamanlarda mesaimiz bittiğinde ne yapacağımızı şaşırır, tek kanallı televizyonumuzda seyredebileceğimiz programları heyecanla beklerdik. O dönemlerde sosyal ağlardaki kabarık arkadaş listelerimiz yoktu ama az sayıdaki dostumuz ve ailemizle çok daha gerçek ve mutlu anları paylaşıyorduk. Paylaşım yapma amacımız iletişim kurmak, hislerimizi en doğal şekliyle karşı tarafa göstermekti. Bugünkü gösteriş budalalığı hastalığı henüz bu kadar yaygın değildi tabii…
Bilmem hatırlar mısınız? Sabit bir telefon hattına sahip olmak için yıllarca beklenirdi. Telefonu ancak telefon kulübelerinde görür ve jetonumuz yoksa telefon ile konuşamazdık.
Şimdiki gibi istediğiniz şarkıyı Youtube’dan dinleyip sosyal ağlarda tek tıkla paylaşamazdınız. Sevdiğiniz parçaların listesini yapar, kaset doldurtmak için kaset satan müzik dükkanlarına giderek liste verirdiniz. Birkaç gün sonra da sizin sevdiğiniz parçalardan oluşan kasedi teslim almaya gider ve ancak ondan sonra sevdiğiniz şarkıları dinlemenin keyfini sürerdiniz. Filmlerin ise Beta ve VHS video oynatıcısına takılarak seyredildiği günlerdi. Özellikle o yıllarda bilgisayarın başında oturup Facebook’da oyun oynarken online arkadaş edinemez, çıkar sokakta oynardık. Her evde mutlaka 7000 sayfa, 8 punto ile yazılmış telefon rehberi bulunurdu. Her ay satın aldığımız veya abone olduğumuz dergiler olurdu. Haberleşmenin en anlamlısı mektuplardı.
Beni en çok cezbeden de sabahın erken saatlerinde yayın yapan birkaç radyo istasyonu vardı. Şimdilerde epey yaygın ama sadece araba içinde dinleniyor. Her şey değerini önü alınamaz bir hızla kaybediyor... Bunları sizlere anlatma amacım geri kafalılık yapmak değil, tam aksine ileride olarak zamanın ne kadar geri olduğunu bir nebze de olsa, kelamla siz değerli okuyucuma aktarmaktır.
‘’Klavye delikanlıları’’ henüz doğmamıştı ya da imkan fırsat bulamadıkları için yoktular. Sahte çağın deyimi ile fake hesaplarla ona buna çamur atan şahsiyetsizler, kendi karanlık dünyalarında barınıyorlardı. İnsanın insana bu denli kin nefret beslemesi, düşman olması bu kadar ucuz ve basit değildi.
İç çekerek, özlem duyarak anlattığım her şey artık çok eskilerde kaldı. Teknoloji çok hızlı gelişti ve artık hemen herkesin evinde bilgisayar, notebook, tablet, cep telefonu, internet, büyük boy akıllı TV, dekoder, dijital fotoğraf makinesi ve oyun konsolu sıradan bir ev eşyası gibi bulunuyor. Teknoloji konusunda çok ilerledik, belki de hayatımız yeni teknolojileri kullandığımız için çok kolaylaştı. İnkar edilemez yararları olduğunu da kabul ediyorum. Hayalini bile kuramadığımız çok fazla şeye sahibiz. Sokakta yaşamak yerine, sosyal ağlarda yaşamayı tercih eden, hayatı oldukça hızlı yaşayan, çok şeyle uğraşan ama bir türlü mutlu olamayan insanlar, Sosyal medyanın en çok ne için kullanıldığına baktığımızda daha çok “şurada bunu yedim”, “burada şunu yaptım”, “falanca ile ilişkim başladı”, “filan konuda şöyle hissediyorum” veya hastayım-yastayım gibi paylaşımlar yapıyor. Olmayan her şeyi oldu gibi gösteriyor. Kim daha mutlu daha varlıklı yarışında...
Yakın 1-2 dostunuzla veya özel bir grubunuzda paylaşabileceğiniz konuları herkesle paylaşmak açıkçası çok sevimsiz görünüyor. Elbette herkesin tercihi farklı. Kim bilir bütün bu paylaşımlarımız içimizde gittikçe artan yalnızlık ve mutsuzluğumuzun dışa vurumudur. Belki de toplumlar can çekiştiklerini bu yollar ile yansıtıyordur…
İnternetin insanları büyük bir yükten kurtardığı da bir gerçek; artık her şeye istediğimiz zaman erişebiliyoruz. Uçak bileti mi alacağız? İnternete girip alabiliyoruz, yemek mi sipariş edeceğiz? Hemen verebiliyoruz, bir şehri ya da ülkenin nerede olduğunu mu merak ediyoruz? Anında bulabiliyoruz. Yerinde ve doğru kullanabilirsek oldukça faydalı
80’li ve 90’lı yıllarda çocukluğunu ve gençliğini yaşamış biri olarak ve aynı jenerasyonu yaşayan bizler için artık nostaljik hatıralar olabilirler.
Sosyal medya ile değişen alışkanlıklarımızı incelediğimizde oldukça farklı çıkarımlarda bulunmak mümkün. Boş zamanların daha boş olması, sosyal medya denizinde kaybolan zamanlar. Boşluktan doğan yeni alışkanlıklar -çoğu da Zararlı alışkanlıklar- neslin düştüğü kara bir delik aslında.
Yararlı ve güzel alışkanlıklarımızı kaybettiğimiz bu döneme biraz ara vermemiz gerekiyor; daha kontrollü sosyal medya kullanımı ile kaybettiğimiz iyi alışkanlıklarımızı tekrardan kazanabilir, İnsan olduğumuzun ve sanal alemde yaşamadığımızın bilincine varabiliriz. Bu mümkün ama her ruhi hastalıkta olduğu gibi tedaviye başlamak, hastalığı kabul etmek ve iyileşmeyi istemekle olumlu sonuç verecektir. Özellikle Türkiye toplumu gibi geleneklerine bağlı, saygıyı özünde bulunduran ve yoku var edebilecek çalışma azmine, Yaradan inancına sahip toplumda böyle büyük bir kayıpta olmak inanın dayanılması zor bir acı şahsım için.
İnancım ve güvencim Allah’ın varlığını kabul etmiş inanmış ve itaat etmiş nesilleredir.