Devletin ve Milletin Sırtındaki Kambur
Emir ve talimat almadan iş yapmayan, harekete geçmeyen bir bürokratik ve siyasi sistemimiz var. Yukarıdan uyarı, ikaz, emir gelmeden hiç kimse kılını kıpırdatmıyor. Sorun çözmek, problemler karşısında proaktif tutum takınmak yerine herkes kulağının arkasına yatıyor. Sonrasında minik problemler gün geliyor kar topu etkisiyle yuvarlana yuvarlana bir çığa dönüşüyor. Sonra birileri o çığın altında mahsur kalınca herkes harekete geçiyor, enkazı kaldırmaya çalışıyor.
Mesele enkaz kaldırmak değil ki! Mesele iş bu noktaya gelmeden süreçleri doğru yöneterek krizin önünü almak ve işlerimizi daha da mükemmelleştirerek kaliteyi yakalamak. Bir Müslümanın yaptığı işi doğru dürüst yapması bizlere nebevi bir mirastır, Peygamber buyruğudur. Hz Peygamber, eğri duran mezar taşını estetik bulmadığı için düzelten bir ahlakla mücehhezdir ve bizden de böyle davranmamızı istemektedir. Yaptığımız işi doğru yapmakla mükellefiz.
Sadece yaptıklarımızdan değil yapmadıklarımızdan da sorumluyuz. Yapmadıklarımızdan da bir gün hesaba çekileceğiz. Her ne kadar bizim bürokratik geleneğimizde “ihmali sorumluluk yoktur, icrai sorumluluk vardır”, yani “iş yapmayandan kimse hesap sormaz, iş yapana hesap sorulur” anlayışı hakim olsa da inancımız böyle söylemiyor. Bu dünyada sorumluluklarımız var ve bu sorumluluklarımızı eksiksiz şekilde yerine getirmekle mükellefiz. Evet belki bu yapmadıklarımız yüzünden idari soruşturma geçirmeyebiliriz, belki Sayıştay tepemize dikilmez ama ahirette sorguya çekileceğimiz kesin.
Gerek İstanbul’daki yerel yönetim tecrübemde gerekse Ankara’da, bakanlıkta bulunduğum dönemde şunu gözlemledim. Bir yerde sorun ve sıkıntı varsa herkes oradan uzaklaşıyor. Ama nerede nimet ve konfor varsa herkes oraya üşüşüyor. Peki sorunlarla kim yüzleşecek? Sorunları kim çözecek? Mesela üst düzey bir yönetici sorunlu bir dosyaya imza atmaktan imtina ediyor, topu bir alttakine atıyor. Genel müdür, genel müdür yardımcısına, genel müdür yardımcısı daire başkanına, daire başkanı diğer daire başkanına, o şube müdürüne…derken mesele dallanıp budaklanıyor. İş ortada kalıyor. Sonra bir “enayi” bulunuyor ve yük onun sırtına sarılıyor. Bu çalışma sistemi ülkeyi hiçbir yere taşımaz. Aksine geri götürür. Herkes kullandığı nimet kadar külfete katlanmak zorundadır.
Bir diğer hastalık da devlet büyükleriyle aynı kareye girme hastalığı. Bir yerde açılış, tören, toplantı ve sair etkinlik varsa herkes işi gücü bırakıp oraya koşuyor. Liderin çenesinin altına sokulmak, omzunun hemen arkasından sırıtmak, hatta işi biraz daha sulandırarak bir selfie çektirmek, aynı karede fotoğraf aldırmak…. Ya arkadaş sizin işiniz gücünüz mesainiz yok mu? Devlet size bunun için mi maaş ödüyor? Devletin lojmanını, arabasını, telefonunu kullanıyorsunuz, emrinizde insanlar ve bütçeler var. Bunun karşılığı siyasetçiye dalkavukluk yaparak günü öldürmek midir? İş yapın iş, millet sizden iş bekliyor, icraat bekliyor, çözüm bekliyor, proje bekliyor.
Bugünkü sistemde herkes bir adamın iki dudağının arasından çıkacak söze bakıyor. Bekleniyor ki her şeyi bir adam düşünsün, karar versin, akıl etsin, dert edinsin. Böyle bir şey mümkün mü? Bir üniversitenin filan enstitüsünün basit bir yönetmeliği değişecek, bir kuruma beş tane geçici işçi alınacak, bir devlet yurdunun on tane mobilyası değişecek, bunlar cumhurbaşkanının (CB) önüne geliyor. Bunlara bile nihai imzayı CB atıyor. Yahu bu ülkenin bakanı, genel müdürü, YÖK’ü ne iş yapar? Bu anlayışla sistem çalışır mı? Açın bakın resmi gazeteyi ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız.
İster özel sektörde isterse kamuda olsun, üst düzey yönetici stratejik karar alma mekanizmasıdır. Gündelik ihtiyaç ve işlemlerle üst düzey yönetici uğraşmaz. Cari iş ve işlemlerle alt kademe yöneticiler yüzleşirler. İş yapacak olan birimler bürokratlar ve memurlardır. Tepedeki siyasetçi karar alır, önüne gelen projeyi onaylar, bu karar ve projenin uygulamaya inmesini, icraate dönüşmesini talimatlandırır. Bir adam her şeye karar veremez, her şeye koşamaz, her şeye imza atamaz. Buna ne enerji ne sinir ne de beyin dayanır. Sistem de bir süre sonra tembelleşir ve işlemez hale gelir. Bu durum hastalıklı bir durumdur. Türkiye bu anlayışla koyduğu hedeflere yaklaşamaz. Acilen bir kamu yönetimi reformu gerekli.