Devletin kıblesi değişti, haberleri yok
CHP Başkanvekili Engin Altay, katıldığı bir TV programında ağzını şapırdatıp parmak sallayarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için, “Umarım Erdoğan da sonu benzemesin Menderes’e” dedi. Bu karanlık düşünce, darbe ve idam tehdidi, Türk Milleti’ni İslam’dan uzaklaştırmak isteyen zihniyetin çirkin bir yansıması… Temeli de Cumhuriyet’in ilk yıllarına dayanıyor.
CHP’den üç dönem Rize ve
Erzurum milletvekilliği yapan Kemalettin Kamu, ilk olarak 15 Ağustos 1929 tarihli
Uyanış dergisinde, 1934 yılında da Hakimiyet-i Milliye gazetesinde yayınlanan
“Çankaya” şiirinde Kabe’yi Araba
veriyor, “Çankaya bize yeter” diyordu.
“Ne örümcek ne yosun, Ne mucize ne füsun;
Kabe Arap’ın olsun, Çankaya bize yeter...”
1934 yılında Kamu soyadını
alan şair, maziyi kuru bir yaprak yığını gibi yakıp Ankara’dan ebedi bir güneş
doğduğunu haykırıyor, şiirinde sadece İslam’ı değil, Hz. Musa ve Hz. İsa’yı da
reddediyordu. Behçet Kemal Çağlar, Kemalettin
Kamu’dan daha ileri gidiyor, “Nöbetçi Millet” şiirinde Gazi’ye şöyle
sesleniyordu:
“Yaradan, hey Yaradan! Dört yıl değil bin yıl
geçse aradan
Sensin ateş diye kanımızdaki, Sesin ışık diye
önümüzdeki!”
***
Bunlar Cumhuriyet döneminde Atatürk’ü ilahlaştırma
çabalarıydı. Devletin kıblesi devrin kalemşörleri tarafından Çankaya olarak
ilan ediliyor, Milletin yönünü çevirmek için 1930’lu yıllarda atılan temel,
1940’lı yıllarda jandarma dipçiği ile hayata geçiriliyordu. Paralara İnönü fotoğrafının
basıldığı, okulları “Milli Şef” İsmet İnönü posterlerinin süslediği dönemde
milletin değerlerine savaş açılıyordu.
İstiklal Harbi’nde vatanı için savaşıp her şeyini
ortaya koyan millet hala yırtık don ve çarıkla geziyordu. İlimde, irfanda,
sanayi ve teknolojide ilerleme bir kenara bırakılmış, devlet tüm imkânları ile
Millete savaş açmıştı. Yanlışlıkla bile olsa ezanı aslına uygun okuyan hapsi
boyluyordu.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında eli silah tutan herkes
askere alınmış, fakirlik artmış, çok ağır vergiler konulmuştu. Vergisini
ödeyemeyenler taş ocakları ve yol yapımında çalıştırılıyordu. 1940’ların
ortalarında milletin sabrı taştı. Savaşın galibi ABD’nin zorlaması ile
demokrasiye geçme kararı çıktı. CHP’ye bayrak açan bir ekip Demokrat Parti’yi kurdu.
1946’nın Ocak ayında kurulan DP, CHP’nin erken seçim kararı ile daha teşkilatlanmadan
girdiği seçimde ‘açık oy, gizli tasnif” sistemi ile 62 milletvekili çıkardı.
Asıl değişim ise “gizli oy, açık tasnif ve yargı denetimi” ile yapılan 1950
seçimlerinde geldi. CHP iktidarı milletten güçlü bir şamar yedi.
Cumhuriyet’in ilk 30 yılında uygulanan mühendislik
sona ermiş, Türk Milleti özüne dönmüştü. 1950’li yıllar milletin milli ve
manevi değerlerinin tamiri ile geçti. Asıl restorasyon Turgut Özallı yıllarda,
ardından 03 Kasım 2002’den beri iktidarda bulunan Ak Parti döneminde yaşandı.
***
Kendisini Cumhuriyeti’nin bekçisi olarak gören Behçet
Kemal Çağlar, Atatürk’ün vefatından sonra bile tetikçiliğini devam ettiriyor ve
yeni milletvekilleri için yazdığı şiirde topunu birden tehdit ediyordu:
“Anıtkabre gidip de yürekten
baş eğmeyen
Günü gelir çarpılır, düşer,
yere serilir.”
Sadece o kadarla da yetinmiyor, haddini bilmeyenleri
yüce divanla tehdit ediyordu. Halka bakışı şöyleydi:
“Bir avuç
yobaz için, bir sürü cahil için
Devrimi çiğneyecek ayak
varsa, kırılır”
Tıpkı Engin Altay gibi… Millete rağmen milleti yönetme
alışkanlığını terk edemeyen CHP, milletin oyları ile iktidara gelemeyeceğini
anlayınca her yolu deniyor. PKK/HDP’lilerle iş birliğine gidiyor. CHP sözcülerinin
farkına varmadıkları şey ise devletin kıblesinin artık Çankaya olmadığı. Ayasofya’nın
açılması ile sembolik anlamda millet asıl kıblesine kavuştu. Taksim Camii ile
de bu kıble tescil edilecektir. Atatürk’ü büyük bir devlet adamı olarak
görmeyip ilahlaştırarak onun üzerinden çanak yalayıcılığı yapanların yeri
tarihin tozlu raflarıdır.