Devlet önemlidir
Şirket şirk kökünden gelir ve ortaklık koşma, ortaklık etme, gücüne ortak olma demektir. Kelime zamanla teolojik kullanım alanından toplumsal kullanım alanına, oradan da ticaretin vazgeçilmez terimlerinden birine dönüşmüştür. Kelimenin Türk edebiyatı tarihinde de bir karşılığı olmuştur: Halit Ziya Uşaklıgil’in Ferdi ve Şurekası. 19. yüzyılın sonlarında yazılan bu roman bir bakıma da Türkiye’nin Batılılaşma sürecinde oluşmaya başlayan “yerli tüccar” profiline dair bazı izler taşır. Bir başka yönüyle de Türkiye’nin Batılılaştırılması sürecinin roman türü üzerinden gerçekleştirilmesinde özellikle duygu ile mantığın, gerçek ile hayalin, teori ile pratiğin uygulama alanlarından biridir bu eser. Temel konu “aşk” gibi görünmesine rağmen Türk romanında “ticaret etrafında” şekillenen ilk metinlerden biridir ve geriden geriye; ticaret ile aile hayatının, iş hayatı ile duygusal hayatın birbirine karıştırılmaması gerektiğine dair ciddi imalar taşır.
Roman deyip geçmemeli, hangisine bakılsa hayata dair sayısız tecrübenin iziyle yüz yüze gelinir. Bir şeye başlamak, bir iş yapmak, bir iş kurmak hep ciddiyet gerektirir. İnsan tek kişilik hayatına yön verirken bile sayısız sorunla karşılaşırken etrafını çevreleyen insanlara yönelik sorumluluğu arttıkça daha bir ciddiye alır yapıp ettiklerini. Hangi işi yapıyor olursa olsun; ister sanat, edebiyat gibi daha ziyade yaratıcılık gerektiren işler ister bilim, teknoloji gibi daha çok teknik kapasite gerektiren isterse kültür ve siyaset gibi ziyadesiyle çetrefilli ve çoklu düşünmeyi gerektiren işlerle uğraşsın yola çıkarken bir teori kurmayan, yol esnasında o teoriye yöntem eklemeyen ve uyguladığı yönteme değer katmayan hiç kimse bu dünyada kalıcı iz bırakamaz. En basitinden bir şirket kursanız öncelikle ona bir vizyon çizersiniz ve bu vizyona uygun bir yol haritası belirlersiniz. Vizyona uygun stratejiyi gerçekleştirmek için ihtiyaç duyduğunuz “yönetim kurullarını” liyakate göre oluşturur, onlardan da uzman ve alt düzeyde görevlendirileceklerin işinin ehli olması gerektiğine yönelik “özgeçmiş” merkezli bir taahhüt alırsınız. Sistemin doğru işlemesi için doğru insanlarla çalışmak gerektiğini bilirsiniz. Şirketinize hem kar ettirecek hem de onu büyütecek, kuruluşundan itibaren her aşamada yenileyerek kuvvetlendirecek insanlarla çalışırsınız. Üstelik yaptıkları işi takip de edersiniz. Belli aralıklarla toplanır, hangi birimde kim iyi çalışıyor, kim daha az çalışıyor, kim işini layıkıyla yapıyor, kim savsaklıyor, kim kuvvetli, kim mecalsiz hepsini not eder; vakti gelince de hesap sorarsınız. Verimsiz çalışanların verimsiz çalışmasını doğuran sebepleri tespit eder, onları ortadan kaldırma stratejisi uygular, engelleri kaldırır, düzelirlerse iltifata ve yola devam eder, düzelmezlerse onlara yol verir aynı işi daha iyi yapacak birilerini bulur, kaldığınız yerden daha büyük adımlarla yolculuğunuzu sürdürürsünüz.
Elbette bütün bu süreçlerde çalışanlarınızın çalışma eforlarına uygun maddi refah seviyesi ayarlar ama kuruluşunuzun huzuru açısından onların işlerini profesyonel yapmalarının yanı sıra insani yönlerinin düzgün olup olmadığına da bakarsınız. Profesyonellik önemlidir ama etik ve ahlak da onun vazgeçilmezidir. Dolayısıyla belli aralıklarla çalışanlarınızla yan yana gelir, onların şirket içi sorunları başta olmak üzere şirket içine yansıyan diğer sorunlarını da dinler, en azından insani zeminde çözüme kavuşturmaya çalışırsınız. Arada bir, gidişata dair çalışanlarınızın görüşünü alır, makul olanları uygulamak için yeni birtakım kararlar alırsınız. Şirketin aksayan yönlerine dair eleştirilerin gerçekliğini araştırır, hakikat payı varsa sorunun üzerine gider ve işlemeyen uzuvları tamire uğraşırsınız. Bütün bunları şirket için yaparsınız, şirketin geleceğini garantiye almak için yaparsınız. Ama aynı zamanda kendiniz, aileniz, sosyal çevreniz, ülkeniz için... Bu sizi sadece şirketin sahibi yapmaz ama aynı zamanda iyi bir insana da dönüştürür.
Hiçbir şirket sahibi; verdiği işi daha iyi yapacak birileri varken şirketi arkadaşı, akrabası, fikirdaşı, soydaşı, mezhep ve mektepdaşı diye daha kötü yapan birine teslim etmez. Belki kendisine çok yakın pozisyonlarda “güven” duygusundan dolayı tercihini nispeten bu öğeler de belirleyici olur ama kemik kadroyu asla daha kötü yapanlara, işi yüzüne gözüne bulaştıranlara teslim etmez. Hiçbir şirket sahibi hiyerarşik ilerlemeyi liyakat ve uzmanlık dışındaki unsurlara göre tahkim etmez. Hiçbir şirket sahibi, sadece tanıdıklar var diye aksayan birimlerde çalışanları korumaz, gözetmez. Daha kötü yapanları onurlandırıp daha iyi yapanları cezalandırmaz. Çünkü başlangıcından beri tek amaç vardır: Şirketin ayakta kalmasını sağlamak, onu dış tehditlerden korumak, geleceğe güvenle yürümesini sağlamak, verimliliğini artırmak için her türlü tedbiri almak, yönetimin sevk ve idaresini tamamen akılcı bir zeminde yürütmek… Belki Ferdi ve Şurekası’nda şirket sahibi böyle yapmadığı için o malum ve meş’um trajedi yaşanır ve şirket yanarak küle dönüşür, bütün kazançlar berhava olur.
Devlet şirketten önemlidir.